Hasan Cemal

Hasan Cemal

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

"1984'den 2007'ye, 23 yılda Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu terör örgütüne katılımlar noktasında başarılı mıdır? Hayır. Başarılı olsaydık, bu mücadele sürecinin bugünlere gelmemesi lazımdı."Başarısızlık sır değil, malum.Ama bu başarısızlığın kökleri çeyrek yüzyıl öncesine de değil, daha eskilere, daha derinlere gidiyor.Dün Zülfü Livaneli'nin Vatan'daki köşesinde tam yetmiş yıl öncesinin bir gazete haberi vardı:"Tarih, 17 Haziran 1937.Gazete, Son Posta.DERSİM MESELESİ TARİHE KARIŞTI!Asiler sıkı bir çember içine alındılar. Tunceli'de kahraman kuvvetlerimiz vaziyete hakimdir. Asiler sığındıkları sarp dağlarda imha ediliyorlar."Yetmiş yıl önce...Yetmiş yıl sonra...Yine başarısızlık...Yıllar sonra da böyle mi olacak? Dağlara huzur ve barış gelmeyecek mi? Şehit cenazeleri ile taziye çadırları bu memleketin alın yazısı olarak kalacak mı?Kesinlikle inanmıyorum.Bu topraklara da eninde sonunda barış, demokrasi ve hukuk düzeni gelip egemenliğini kuracak. Bu konuda en ufak kuşkum yok.Ancak, yaşanan acılardan gerekli dersleri fazla gecikmeden çıkartabilirsek, barış ve demokrasi daha çabuk kapımızı çalar.Seksen küsur yıldır yapılan en büyük iki yanlışın ikisi de ikişer sözcükten oluşuyor:İnkar politikası!Sopa politikası!Kürdü inkar etmek..Kürtçe'yi inkar etmek.Kürt kimliğini inkar etmek ve kendi kimliğiyle siyaset yapmasını yasaklamak."Ben Kürdüm!" demeyi yasaklamak.Kürtçe konuşmayı yasaklamak.Kürtçe isimleri yasaklamak.Müziğini yasaklamak.Ve bu yasakların tümünü, inkar politikasını yıllar yılı sopayla, baskıyla devam ettirmeye çalışmak...Temel yanlış budur.Cumhuriyet devletinin 'ulus devlet' kurmak için, 'Türk ulusu' yaratmak için insan haklarını, hak ve hukuku, sonra da demokrasiyi arka plana atan aşırılıklarıdır temel yanlış...Bu yanlışlar sıkıyönetimlerle, olağanüstü hallerle, askeri darbelerle devam edip bugünlere gelmiştir.Bunun için işkence evleri gibi hapishaneler kurulmuştur.Bunun için faili meçhul cinayetler işlenmiştir.Bunun için yargısız infazlar yapılmıştır.Bunun için devlette hukuk boşlanmış ve bu kapkara hukuk boşluğunda Susurluk, Şemdinli gibi hukuksuzluğun kepaze örnekleri doğmuştur.Bütün bu inkar ve sopa politikaları, yıllar içinde Doğu ve Güneydoğu'da işsizlikle, yoksullukla, cehaletle birleşince sonuç isyan olmuştur.Sonuç, işsiz gençlerin dağa çıkması olmuştur.Sonuç, devlete soğuma, yabancılaşma olmuştur.Sonuç, adı ister eşkiya, ister terörist, ister gerilla olsun, her nedenle olursa olsun devlete kafa tutup silah çekenlere Kürtler arasında sempati ve yakınlık duyguları beslenmesi olmuştur.Dün de böyleydi.Bugün de öyledir.Şunu da unutmayın:Özellikle son çeyrek yüzyıl içinde öylesine acılar yaşanmıştır ki, Güneydoğu'da bir ferdi dağa çıkmayan, dağda ölmeyen, hapishaneden geçemeyen aile neredeyse kalmamıştır.Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Başbuğ'un, Güneydoğu'da dağı besleyen kanalların kesilemediğine ilişkin saptamasının temelinde bütün bu gerçekler yatıyor.PKK'ya karşı, PKK'nın şiddet ve terör politikalarına karşı elbette mücadele edilecektir. Bu mücadele hiç kuşkusuz meşru ve haklıdır.Ama bu mücadele sadece askeri boyutlu değildir. Bu askeri mücadelenin sınırlarının çizilmesinde siyaset kurumu, siyasal iktidar son söz hakkına sahip olmalıdır.Yine bu mücadelenin geçmişte olduğu gibi tek başına askeri boyuta indirgenmemesi, hukuk, insan hakları, demokrasi, aş ve iş alanlarında bir 'reform gündemi'nin de mutlaka geliştirilmesi ve uygulanması lazımdır.Yine PKK'ya karşı mücadele verilirken, Kuzey Irak'a girmekten, yani hedef büyütme tuzağından kesinlikle uzak durulmalıdır.Evet, acılar yüreğimizi dağlıyor.Ancak, soğukkanlı kurmay hesapları da Türkiye'nin terör tuzağına düşmesini engellemelidir. Geçmişin acılarından gerekli dersler çıkarılmalı, eski yanlışlardan sakınılmalıdır.Sayın Erdoğan;Bu açıdan en büyük görev ve sorumluluk hiç kuşkusuz siyasal otoriteye, Başbakan olarak size ve hükümetinize düşüyor.Geçmişte yaşananları iyi düşünün.Çünkü Türkiye bir kez daha çok kritik bir dönemeçte... h.cemal@milliyet.com.tr Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ Diyarbakır'daki bir sohbet sırasında dedi ki: