Hasan Cemal

Hasan Cemal

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Hasan CEMAL


Buz gibi Helsinki'de Türkiye'nin Avrupa hülyası gündemde. Dışişleri Bakanı Cem geçen gün 'Türkiye aşka gelir!' diyordu. Yani Avrupa Birliği'ne adaylık Türkiye'yi ekonomiden siyasete birçok alanda olumlu etkileyecek, önünü açacak. Dileriz, yarın yeni bir hüsran olmaz!

Helsinki'den Türkiye'nin Avrupa hülyası....


Dışişleri Bakanı İsmail Cem geçen gün gazetemizdeki sohbetinde bir ara "Türkiye aşka gelir!" dedi. Bununla neyi kastettiği sır değildi Cem'in. Avrupa Birliği'ne adaylık Türkiye'yi ekonomiden siyasete birçok alanda olumlu etkileyecek, önünü açacaktı.
Ben de böyle düşünüyorum.
Avrupa hülyası!
Bizim ülkemizde bu hülyanın kökleri derinlere, eskilere gider. Sokaktaki adamın gözünde Avrupa öteden beri aş ve iş demektir. Ekonomik kalkınma ve refah anlamına gelir. Daha iyi yaşamak demektir Avrupa. Özellikle aydınların gözünde ise demokrasi ve insan hakları anlamını taşır.
Peki ya Türkiye, iki yıl önce Lüksemburg zirvesinde olduğu gibi yarın da burada, Finlandiya'nın başkentinde yine hayal kırıklığına uğrarsa ne olur?
Dünyanın sonu olmaz!
Avrupa Birliği'nden 1997'de Türkiye'ye adaylık konusunda hayır kararı çıkmasından sonra şöyle yazmıştım:
"Avrupa dışladı diye Türkiye demokrasiden mi vazgeçecek? Hayır. İnsan haklarından mı? Hayır. Hukuk devletinden mi? Hayır. Ekonomide rekabet koşullarından, dışa açık rekabet düzeninden mi vazgeçecek? Hayır.
Avrupa Birliği hayır dese de, Türkiye'nin bu topraklarda kökleri iki yüzyıl öncesine uzanan modernleşme kavgası da, demokrasi ve hukuk mücadelesi de sona erecek değildir. Avrupa Birliği resmi söyleminin tam tersine bir Hıristiyan kulübü olduğunu gösterecek şekilde, kendi çevresinde kocaman bir kültür duvarı örse de Türkiye makas değiştirmeyecektir."
1997'nin Lüksemburg zirvesinde Türkiye'yi bekleme odasına dahi buyur etmeyen AB'nin bu kararından sonra düşüncelerimi böyle özetlemiştim.

Doğu ile Batı...

Niye dünyanın sonu değildi?
Nedenleri sır değil.
Yaşadığımız topraklarda Batı tercihi daha Osmanlı döneminde yapıldı. Tarihsel yürüyüş, Atatürk ve dava arkadaşlarının Cumhuriyet devrimi ile devam etti. Türkiye, Batı'nın değerler coğrafyası içinde yaşama kararını son derece bilinçli verdi.
Neydi bu değerler?
Laik cumhuriyetti.
Laik hukuk devrimiydi.
Kadın - erkek eşitliğiydi.
Demokrasiydi.
İnsan haklarıydı.
Hukuk devletiydi.
Yani Batı'yı Batı yapan değerler çerçevesiydi. Ve Türkiye bu çerçeveyi kabul ederken, Avrupa Birliği henüz tarih sahnesinde yoktu.
Kısaca:
Türkiye Batı'da!
Ama Doğu'dan kopuk mu?
Hayır, olamaz da.
Türkiye için denir ki:
"Batı'ya Doğu'yu, Doğu'yu Batı'ya götüren ülke..."
İki dünyanın, iki farklı kültürün kavşak noktasındaki bu köprü konumu - ya da her iki tarafa da uzanan kökleri - bizim ülkemizin zenginliğidir. Birçok alandaki yaratıcılığının kaynağıdır. Daha önemlisi, ekonomik ve siyasal kısıtlamaları yüzünden bir türlü tam kullanamadığı potansiyel gücüdür.
Bir yandan çok dinli, çok kültürlü, çok milliyetli bir imparatorluğun mirasçısı Müslüman bir ülke olmak... Ama aynı zamanda Batı'nın değerler coğrafyasında demirlemek... İşte bu iki temel özelliktir, Türkiye'yi ilginç, zengin ve büyük yapan, daha da büyük ve kuvvetli yapacak olan...
Avrupa Birliği, özellikle önde gelen Avrupa ülkeleri, iki yıl önce Türkiye'yi yerli yerine oturtabilmiş değildi. Şimdi gecikmeli de olsa, kendi stratejik çıkarının Türkiye'yi dışlamaktan geçmediğini görüyor. Amerika'ya kıyasla stratejik düşünce kısırlığından yeni yeni kurtulmaya başladığı anlaşılıyor.
Temenni edilir ki, bu bakış açısı yarınki zirvede yerini yine şaşılığa ya da miyopluğa bırakmaz.
Özetle:
Türkiye'siz Avrupa eksiktir! Ama Türkiye için de geçerlidir bu.

Dönüm noktası...

Evet, Türkiye'nin de çıkarı Avrupa'nın içinde yer almaktır. Bu bakımdan ülkemizde önemli bir değişimden söz edilebilir. Çünkü bugün Avrupa'nın bir parçası olmak, Avrupa'dan dışlanmamak yolundaki talep artık toplumun ta içinden geliyor.
Dışından değil.
Yalnız elitlerden değil.
Bu süreç özellikle 1980'lerde Türkiye'nin dışa açılmasının yoğunlaşmasıyla hızlandı. İnsanların hayat tarzları, tüketim kalıpları bundan etkilendi. İyiye gitti. Hayat kalitesiyle ilgili özlemler arttı, çeşitlendi.
Demokrasi ve insan haklarına dönük baskılar toplumun içinden yükselmeye başladı. Liberal değer yargıları yaygınlaştı.
Üstelik bütün bu konularda toplum daha çok ses vermeye ve siyaset kurumunu zorlamaya başladı.
Bütün bunlarda globalleşme olgusunun da rolü var tabii. Televizyonuyla, bilgisayarıyla, faksıyla, internetiyle, cep telefonuyla, iletişim devrimiyle birlikte Türkiye de artık dışarıdan itilen bir ülke olmaktan çıkıyor. Kendi iç dinamikleriyle, kendi talepleriyle kendine yol açan bir ülke haline geliyor.
Helsinki'den Türkiye'yi aşka getirecek bir karar bu yolda önemli bir dönüm noktası olacak.
Buz gibi Fin başkentinden ilk yazı böyle...



Yazara E-Posta: h.cemal@milliyet.com.tr