Ya İstanbulun ruhu...Filmin ses yönetmeni Boris, Sofyalı bir Bulgar. İstanbula hayran, sesleriyle anlatıyor İstanbulun ruhunu. "Bu şehre beni çeken, onun sesleri!" diyor Boris, "Üstüne ölü toprağı serpilmiş Avrupa kentlerini sevmiyorum. Seslerinin çeşitliliği, zenginliği ve rengârenkliği... Bu yüzden seviyorum İstanbulu."Bu şehri sesleriyle anlatana, böyle sevene galiba ilk kez rastlıyorum. "Boris bir ses manyağıdır, her şeyi ses olarak görür" diyor Ali.Hepsi bir tek geceye sığıyor.Perşembe akşamı önce Rafi Portakalın gerçekleşen düşüyle açılıyor. Portakal Sanat ve Kültür Evinin önünde uzun bir kuyruk. Çünkü galeride Picasso, Dali, Monet, Toulouse-Lautrec, Bonard, Renoir, Dufy, Rodin, daha başkaları...İlk kez İstanbuldalar."Türkiyede hep önünde uzun kuyruklar oluşan galerileri, sergileri hayal etmiştim" diyor Rafi, şimdi çok mutlu, "Her şeyde çok rötarlıyız ama sonunda oluyor işte..."Yine rötarla da olsa, Türkiye ilk kez İstanbulla birlikte bir modern sanatlar müzesine kavuşuyor:İstanbul Modern.Bir başka heyecan verici olay. En başta Eczacıbaşı ailesini ve tüm emeği geçenleri kutluyorum.Nişantaşından Beyoğluna.İstiklal Caddesinde, Mısırlı Handaki Galeristde bir resim sergisi. Ressamlığının ilk basamaklarındaki Elif Urasın. İlk kişisel sergisiyle New Yorktan esintiler getiriyor İstanbula.New Yorkun ruhu.İstanbulun ruhu.Çok sevdiğim iki şehrin birbirine benzeyen yanlarını düşünüyorum. Elif Urasın insanın içini ısıtan, aydınlık resimleri... Birdenbire göze çarpan düşündürücü politik figürler ya da değişik mesajların karmaşası. "Doğuyla Batı karşılaşması diyenlere rastladım" diyor Elif...Sergiden Asmalı Mescite. Yakupta yine iğne atsan yere düşmez. Her seferinde olduğu gibi duvarlara gözüm takılıyor.Cumhuriyetten yazı işleri müdürüm Çetin Özbayrak, altı punto Çeto, siyah kalın çerçeveli gözlüklerinin arkasından bana bakıyor. Her zaman böyle dik dik bakar. Sanki bir kabahat işlemiş duygusu uyandırır insanda...Edip Sakarya, Mehmet Kemal, Aydın Emeç, Mehmet Sönmez... Hepsi gözlerini bana dikmiş, "Bir kadeh rakı da bizim için yuvarla!" diyorlar.Hiçbiri yok artık, hepsi bir başka diyarda... Yakupun bu duvarında her seferinde yaptığım gibi bir an kendi kişisel tarihimin bir parçasını seyrediyorum.Ali Özgentürk Kalbin Zamanını anlatıyor. Filmin erkek oyuncularından Birol Ünel de masada. Berlin Film Festivalinin en büyük ödülü Altın Ayıyı kazanan Duvara Karşı filminden biliyor Türkiye onu.Ali gibi Birol da Adanalı. Arap kökenli. Üç yaşında Berline gidiyor. Türkçesi yarım, Almanca, İngilizce konuşuyor. Dipten, kendi başına gelmiş, iyi bir oyuncu. "Yarın Barcelonaya gidiyor. En İyi Avrupa Filmleri Oyuncu Ödülüne aday" diyor Ali, sonra da ekliyor:"Türkiye bir tımarhane!"Belki de İstanbul öyle.Az konuşuyor Birol Güven. Sürekli dalgın hali olan dağınık havalı biri. "Hep zamansızlıktan şikâyet ediliyor. Bir koşturmacadır gidiyor. Oysa, insanlara arada bir kalbin zamanının olduğunu da hatırlatmak lazım" diyor.Gece daha bitmedi.Yakuptan az ötedeki Babylona.Jane Birkin söylüyor.63 yaşında.Ve muhteşem bir kadın... Kabullenemediği bir ölüm var yaşamında:Sevgilisi Serge Gainsboug.Onun yazdığı, bestelediği şarkıları okuyor. Başka dünyaya çekip götürüyor insanı... Bir Rus Yahudisi olan Serge ailesiyle birlikte İstanbuldan geçip gitmiş Fransaya. Onların öyküsünü anlatıyor, hüzünlü bir sesle. Bu yüzden İstanbulun kendisinde ayrı, özel bir yeri olduğunu belirtiyor.Ve konserini noktalarken:"Tanrı seni korusun Türkiye!" diyor en güzel sesiyle...Bütün bunlar bir geceye sığıyor.İstanbul bir tımarhane!İyi pazarlar.Son söz:Bugün Ali Sami Yende bir de Feneri yenersek... h.cemal@milliyet.com.tr Ali Özgentürkün son filminin adı Kalbin Zamanı... Perşembe akşamı Yakupta sohbet ediyoruz. "Bir tek aşktan oluşmuyor Kalbin Zamanı" diyor.