Hasan Cemal

Hasan Cemal

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Bir yakınının Mümtaz Soysal için şöyle dediğini hatırlıyorum: "Kendi bir yana, dünya bir yana..."
Neden böyle demişti?
Belki de Hoca’nın bükülgen olmayan inatçı kişiliği, bağımsız tavırları... Ya da kendi tekelinde sandığı birtakım doğruları savunurkenki üslubu biraz itici geldiği için öyle demişti.
Belki de Hoca’nın başkalarında eleştirebildiği bazı şeyleri, kendisi söz konusu olduğunda kimi zaman görmezlikten gelebilmesi... Ve bunu son derece makul, ikna edici biçimde savunabilmesiydi, ona bu sözü söyleten...
Hangisi bilemiyorum.
Ama gerçekten ‘Hoca bir yana, dünya bir yana’dır.
Örneğin Galatasaray Lisesi’nde okuyup, sarı - kırmızı yerine siyah - beyaz’a gönül vermek, yani koyu bir Beşiktaşlı olabilmek herhalde böylesine bir farklılığın ya da bağımsız kalmaya özen gösteren bir kişiliğin belirtisidir.

Başka örnekler de verilebilir.
12 Eylül askeri yönetimi, YÖK’le üniversiteye vurduğunda, birçok öğretim üyesi 1402’likler arasında yer almamış olmasına rağmen YÖK’ü protesto ederek üniversiteden ayrılmıştı. Protestocular arasında Mümtaz Hoca yoktu.
Aydınlar Bildirisi, 12 Eylül’ü protesto eden bir başka eylemdi. Belki de bir dalgınlık sonucu bu bildirinin altına da Mümtaz Hoca imza koymamıştı.
12 Eylül Anayasası için 1982’de yapılan halkoylamasında Hoca evet mi demişti hayır mı? Bunu da tam hatırlamıyorum.
Yanlış anlaşılmasın.
Mümtaz Hoca hiç kuşkusuz askeri yönetime karşıydı. Demokrasi ve insan hakları açısından 12 Eylül’ü eleştirmişti. Ama kendine göre yeri geldiğinde, nedense yine farklı, bağımsız davranma yolunu seçmişti.
‘Hoca bir yana, dünya bir yana’dan bir başka örnek:
Kendisini, 1970’lerde Uluslararası Af Örgütü’nün Başkan Yardımcılığı’na kadar getiren bir insan hakları savunuculuğu vardır Hoca’nın. Bunu bileğinin hakkıyla elde etmiştir. 12 Mart 1971 darbesinin hapishanelerinden geçmiş ama başını eğmemiştir.
Ama ilginçtir, zaman içinde Af Örgütü’yle Mümtaz Hoca’nın arası soğumuştur. Bunda Hoca’nın yine kendine özgü bağımsız yaklaşımlarının rolü olduğu söylenebilir. Örneğin Kıbrıs, Ermeni sorunu gibi bazı konularda Hoca’nın devletle iç içeliği ya da yakınlığı Af Örgütü’yle ilişkilerini hafif tertip limonileştirmiştir. Bunun gibi, Sovyet işgalindeki Afganistan’da insan hakları ile ilgili bazı yaklaşım farklarının da Hoca’yla AF Örgütü’nün arasını açtığı rivayet edilir.

Hoca bir yana, dünya bir yana’nın son örneği bugünlerde yaşanıyor.
Denir ki Mümtaz Hoca’nın yaşamında ulaşmayı en çok istediği yerlerden ikisi Cumhurbaşkanlığı ile Dışişleri Bakanlığı’dır. Şimdi bunlardan birini elde etmiş bulunuyor, (bulunuyor sözcüğünün böyle kullanımını Türkçeye aykırı bulur Hoca).
Kimilerine göre, bakanlık önerisini kabul ederken, şaşırtıcı bir esneklik sergiledi Mümtaz Hoca. Özellikle SHP içinde Karayalçın’a karşı kendisine umut bağlamış olanlar biraz düş kırıklığına uğradılar. Gerçekten Hoca, bugüne kadar koalisyon hükümetini birçok açıdan en sert biçimde eleştirmiş, derhal muhalefete geçilmesini önermişti. Bir yıl önce genel başkanlığına karşı çıktığı, ona karşı Gürkan’ı desteklediği Karayalçın’ın kişiliğinde SHP yönetimini pısırıklıkla suçlayan yazılar kaleme almıştı.
Şimdi aynı Soysal, Karayalçın’la anlaşarak Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturuyor.
Dünya bir yana, Hoca bir yana!

1960’larda Mülkiye’de öğrenciyken kendisini çok sevmiştik. Efsane hocalardan biriydi.
Olaylara yerleşik düşünce kalıplarını kırarak değişik pencerelerden bakmayı öğretirdi. Konuları son derece basite indirgeyerek anlatırdı. Bu açıdan özellikle Anayasaya Giriş isimli kitabı iyi bir örnekti.
Sonra bu kitap yüzünden 12 Mart’ta hapis yatmış, askeri mahkemelerde komünizm propagandası gerekçesiyle yargılanmıştı.
Kaderin cilvesine bakın. Bugün yine yazdıkları kitaplardan dolayı hapis yatan bilim adamları var. Üstelik, Mümtaz Hoca’nın böyle bir dönemin siyasal sorumlularından biri olarak bakanlık koltuğuna oturduğu bir dönemde hapis yatıyorlar.
Mülkiye yıllarında, yerleşik düşünce kalıplarına karşı olduğu kadar, düzene meydan okuma duygusunun da içimizde tomurcuklanmasında payı olanlardan biriydi Mümtaz Hoca... Yani, 1960’larda sol radikalizmin kalesi olan Mülkiye’den geçen kuşakların solcu olmasında - ben dahil - rolü az değildir.
Mümtaz Hoca, 1960’lara yalnız fikri değil, aynı zamanda siyasal açıdan damgasını vuran Türk Baasçılığının önde gelen isimlerinden biri oldu.

Neydi Türk Baasçılığı?..
Şöyle özetlenebilir:
Devletçi, milliyetçi... Ekonomide merkezi planlamadan yana... NATO’ya ve Batı’ya karşı olan... Üçüncü Dünyacılık ve bağlantısızlık politikasını benimseyen... Bu çerçevede Washington’dan çok Moskova’ya yakın duran...
Bu çizgi, 27 Mayıs’ın hemen ertesinde, 1961’de rahmetli Doğan Avcıoğlu’nun yönetiminde çıkmaya başlayan Yön dergisinde savunuldu. Kökleri, Kemalizmin bir yorumuna 1930’ların Kadro’cu felsefesine uzanan, 1960’ların Marksizminden de, Moskova’nın kapitalist olmayan yol önerilerinden de esinlenen radikal bir hareketti Yön...
Mümtaz Hoca, ara sıra başyazılarını da yazdığı Yön’ün en önde gelen ideologlarından biriydi. Ama zamanla ters düştü derginin yönetimiyle. Bunda sanıyorum iktidara geliş yollarındaki görüş ayrılıkları rol oynadı.
Seçim sandığı mı, yoksa parlamento dışı yöntemler mi? Oyla mı, süngüyle mi?
Bu sorulara verilen farklı karşılıklar, galiba Hoca’yı o zamanki Yön’cülerden uzaklaştırdı. Bu nedenle de 1969’da çıkan ve 1971’de 12 Mart askeri yönetimi tarafından kapatılan Avcıoğlu’nun Devrim dergisi hareketine katılmadı, (Ben ve Uluç Gürkan bu derginin çiçeği burnunda, fedai yazı işleri müdürleriydik).
İsmi, askeri cuntaların bakanlar kurulu listelerinde dışişleri bakanı olarak geçtiyse de, iktidar süngünün ucunda diyenlerden yana değildi. O sıralarda Milliyet gazetesinde ara sıra yazdığı ikinci sayfa makaleleriyle Devrim çizgisini eleştirirdi. Hatta bir seferinde Her Şafakta Uyananlar başlığını taşıyan bir yazıyla askeri darbe beklentilerini kınamıştı.

Mümtaz Hoca, Yön dergisinden uzaklaşmıştı ama Yön’cü kalmıştı. Nitekim, Cumhuriyet gazetesi için Şahin Alpay’ın 27 Aralık 1989’da yaptığı bir söyleşide "Ben hala Yöncü’yüm" diyordu.
Şu sözleri ilginçti:
"Ben sosyal demokrasiyi yeterli bulmuyorum Türkiye için. Planlama diyorum. Yani sosyalizan bir şey..."
Hoca, sosyal demokrasiyi yeterli bulmaz ama adı sosyal demokrasi olan bir partiden, SHP’den milletvekili seçilir. Hoca, sosyal demokrat - merkez sağ bir koalisyonu yerden yere vurur ama bir gün aynı hükümetin Dışişleri koltuğuna oturabilir.
Hoca bir yana, dünya bir yana!
Şahin Alpay aynı mülakatta soruyor:
"Kapitalist bir ekonomi değil de, sosyalist ekonomi kurmayı hedef almak... Bunu söyleyen de pek kalmadı dünyada ama..."
Mümtaz Hoca’nın yanıtı:
"Ben biraz kalsın istiyorum Türkiye için..."
Hoca’nın bu Yön’cü tutumu gerçekten hiç değişmedi. Soğuk Savaş boyunca Batı bloku ve NATO yerine Üçüncü Dünya ve bağlantısızlıktan yanaydı. Kıbrıs’la ilgili şahin tavırların, aynı zamanda Türkiye’yi önce Yunanistan, sonra NATO’yla çatıştırarak ona Üçüncü Dünya yolunu açacağını düşünürdü. Avrupa Birliği ile bütünleşmeye, bugün olduğu gibi soğuk savaş döneminde de karşıydı.
Bugün de Kıbrıs’ta şahin Hoca... Üçüncü Dünya arayışı var hala. Körfez Savaşı’nda Saddam’ın Bağdat’ına daha sempatiyle baktığını saklamadı. Bugün de öyle...
Anti - Amerikan ve anti - Batı havası, onu bir yerde Erbakan Hoca’nın Refah’ına da yaklaştırabilir. Bu bağlamda, laikliğe klasik ya da fazla Kemalist yaklaşanlardan sayılmaz.
Kürt sorununda ılımlı bir yaklaşımı var. Üniter devlet çerçevesinde kültürel hakları savunuyor. Ulus - devletten yana. Bu anlamda milliyetçi... Avrupa Birliği’nde olduğu gibi uluslar üstü yapılara karşı. Çünkü bunları çok uluslu şirketlerin oyun alanı olarak gördüğü söylenebilir.

Mümtaz Hoca’nın dünyaya nasıl baktığını en iyi gösteren yazılarından biri 20 Ağustos 1991’de Milliyet gazetesinin ikinci sayfasında çıkmıştır.
Başlığı ‘Rüyanın Sonu’dur.
Moskova’da Gorbaçov’a karşı eski komünistler darbe yapar. Sonuç henüz belli değildir. Ama Hoca, darbeden memnun bir edayla hemen bir yazı yazar. Özeti şudur:
Serbest piyasa ekonomisinin dünyanın her yerinde, Doğu Avrupa’da da Sovyetler’de de hakim olması bir rüya idi. "Sovyetler’de piyasa ekonomisine sıçramanın ancak açlık ve kaos doğuracağı belliydi." İşte Moskova’daki darbe piyasa ekonomisiyle ilgili rüyanın sonu olmuştu.
Yazı şöyle biter.
"Asıl büyük özlem, insanlık için değişik çözümler öneren iki büyük ideolojinin barış içinde yarışmasıdır. Böylesi, çalışmadan da, evrenselliğini tek başına ilan etmiş bir vahşi liberalizmin küstahlığından daha da iyidir."
Hemen ertesi günkü yazısı daha ilginçtir Hoca’nın:
"Darbecilerin kısa sürede duruma egemen olup olamayacakları konusunda kesin bir şey söylemek için henüz erken. Ama olabilirlerse Ankara için felaket olmaz. Olamazlar ve bir süre bocalarlarsa da, Ankara’ya düşen, Batı’dan farklı olarak, onlara güçlük çıkarmak değildir."
Gerçekleşmeyen Hoca’nın düşü oldu. Moskova’da darbeciler hapishaneyi boyladı. Sovyetler Birliği tarihe karıştı, Rusya, demokrasi ve piyasa ekonomisi yolunda kör topal da olsa yürümeye devam etti.
Barış için böylesi hiç kuşkusuz daha iyi...
İnsan hakları savunucusu bir Mümtaz Hoca’nın, Pekin’de, Tienanmen Meydanı’nda tanklara meydan okuyan, tankların altında kalan üniversite öğrencilerine yazısında zibidi diye bitirmesini, bunu yapanları kınayacağı yerde, özgürlük diyenleri, zıpırlıkla damgalayabilmesi, kendisinin eski bir öğrencisi olarak içime kesinlikle sindirememişimdir.

Bütün bunları neden uzun uzun yazıyorum?
Her şeyden önce Mümtaz Soysal öğyle sıradan bir kişi değildir. Ülkemizin ender yetiştirdiği beyinlerden biridir. Özellikle bir dönemde Türkiye’nin fikri yaşamına bazı açılardan damgasını vurmuştur. Bir süredir de siyaset sahnemizin en etkili figürlerinden biridir.
Bugün dünyaya bakışını onaylayanlar ya da benim gibi eleştirenler olabilir. Ama Hoca düşman değildir, bu toprakların insanıdır. Üstelik çapı yadsınamayacak bir değerimizdir.
Dışişleri Bakanı olarak ne yapar?
Fransızca ve İngilizceye olan fevkalade hakimiyetiyle, bilgisiyle, kültürüyle her forumda kendisine yaman adam dedirtecek bir performans çıkartacağı kesindir. Türkiye’nin yüzünü karartmaz.
Son olarak şunu söylemekte yarar var.
Mümtaz Soysal, ekonomiden dış politikaya kadar dünyaya bakışında herhangi bir değişiklik yapmazsa, koalisyonun sonunu hızlandırır.
Peki, değişiklik yapabilir mi?
Mümtaz Hoca’dır bu. Bir yakınının deyişiyle dünya bir yana kendisi bir yana...
Sayın Soysal’ı yeni görevinde kutlar, başarılar dilerim.
* * *
Mümtaz Soysal’la ilgili bu yazım yeni değil. 28 Temmuz 1994’te Sabah gazetesindeki köşemde çıktı.
Niye tekrar?..
Çünkü Mümtaz Soysal yine başrollerde. Daha çok kapalı kapılar arkasında oynuyor bu rolünü. Hiç hoşlanmadığı Avrupa Birliği’nin yolunu Türkiye’ye kesecek değirmenlere su taşımaya devam ediyor. Olanca zekasıyla, dışa karşı kadife gibi yumuşak bir üslup içindeyken, gerçekte şahinliğin en ince oyunlarını Kıbrıs’a dönük kurmanın peşinde olarak, KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’a danışmanlık görevini sürdürüyor.
Köşe yazılarındaysa, Kıbrıs’ta çözümü içtenlikle savunup KKTC ile Türkiye’ye Avrupa Birliği yolunu açmak isteyenlere yıldırımlar yağdırıyor.
Üslubu da yakışıksız.
Mümtaz Hoca’ya yakışmıyor.
Yazık!
Türkiye’yi Avrupa yolundan şaşırtmak için belki de son kozunu oynadığı için bu kadar hırçınlaşmış durumda, kim bilir?