NEW YORK
İnsanın bazen kendi kültürüyle arasına mesafe koyabilmesi... Bu sözü New York'da tanıştığım bir Fransız ressamdan duydum. Böyle bir mesafenin yaratıcılık açısından yararlı olduğunu belirtti.
Sanatçı duyarlığı ayrı bir şey...
Ama ben de gazeteci olarak ne zaman yurtdışına gitsem, Türkiye'yle aramda ne zaman bir fiziki uzaklık oluşsa, Türkiye'nin sorunlarına daha tepeden bakabiliyorum. Belki de yaklaşımlarım daha dengeli, daha nesnel oluyor.
Türkiye'nin yapması gerekenler daha iyi güzüküyor gözüme. Ama aynı zamanda hangi bakımlardan Türkiye'ye haksızlık yapıldığını tespit edebiliyorum.
O yüzden insanın bazen 'dışarı çıkması' ve ormana arada bir ağaçların arasından değil yukarıdan bakması faydalı...
Örneğin, bu yakınlarda kısa adı MESA olan Kuzey Amerika Ortadoğu Araştırmaları Derneği'nin yıllık konferansına katıldım. Florida eyaletinin Orlanda kentinde yapılan toplantıda çoğunluğunu tarihçilerin oluşturduğu katılımcı sayısı 600'ü geçiyordu.
İşin güzel yanı:
Türkiye, ağırlıklı biçimde temsil edilmişti. Hem Türkiye'den hem Amerika üniversitelerinden 50 civarında Türk akademisyen vardı konferansta.
Üstelik hepsi aktif katılımcıydı. Tartışmacı ve yöneticiydiler. Değişik konularda tebliğ sundular.
Konulardan bazıları:
Türkiye'de devlet ve sivil toplum... Ortadoğu'da din, İslam ve demokrasi... Osmanlı'nın son dönemiyle Cumhuriyet Türkiye'sinin ilk döneminde Türk - Yunan ilişkileri... Türkiye'den, İsrail'den, Mısır, Lübnan, Ürdün ve Suriye'den yurttaşlık örnekleri... Çağdaş Türkiye'de kimlikler... Göç ve kimlik oluşumunda bir örnek: Bursa... Nasrettin Hoca... Din ve modernlik...
Ben de bir yuvarlak masa konferansına katıldım. Haluk Şahin, Metin Münir, Bilkent Üniversitesi'nden Profesör Metin Heper'le Alev Çınar ve Sabancı Üniversitesi'nden Profesör Ahmet Evin'le birlikte.
Türkiye'nin siyasal modernleşmesinde medyanın rolünü ele aldık. Tabii konuşma ve tartışmalar ister istemez Türk medyasının bugün içinde bulunduğu durumun eleştirel bir tarzda ele alınmasına da yol açtı.
Özellikle son yirmi yıldır uluslararası toplantılara katılıyorum. Bunlar daha çok siyasi yanı ağır basan, güncelin üzerine eğilen toplantılardır. Çoğunluğunu akademisyenlerin, tarihçi ve siyaset bilimcilerinin oluşturduğu, daha çok Ortadoğu tarihiyle ilgilenen bir konferansta ilk kez yer aldım.
Bir şey dikkatimi çekti:
Türkiye her geçen yıl bu gibi platformlarda çok daha iyi temsil ediliyor. Hem sayı hem kalite olarak öyle. Sapla samanı birbirinden ayırabilen, konusunu hakim insanlar - özellikle Amerikan üniversitelerinde son yıllarda sayıları çoğalan 'Türkiye araştırmaları kürsüleri'nin de katkısıyla - Türkiye'yi dünüyle bugünüyle çok daha iyi anlatıyorlar.
Ne oluyor o zaman?
Türkiye hakkındaki önyargılar kırılıyor. Bilgisizlikten kaynaklanan yargılar değişiyor. Katılıklar yumuşuyor. Türkiye'ye bazı konularda yapılan haksızlıklar daha iyi anlaşılıyor.
Bir başka deyişle:
Türkiye dünüyle bugünüyle daha bir yerli yerine oturmaya başladığı için 'Türkiye imajı' da olumlu yönde etkileniyor.
O yüzden, bu tür uluslararası toplantıların her alanda desteklenmesi lazım. Üniversiteler, akademik dünya ve 'düşünce üretme kuruluşları', yani 'think - tank'ler özellikle işdünyasını daha çok harekete geçirmek için çaba sarfetmelidirler. İşdünyası da bu konuya gereken özeni daha çok gösterebilmelidir.
Özellikle İstanbul, hele tarih ve Ortadoğu çalışmaları açısından bulunmaz bir mekan değil mi? İstanbul'un çekiciliğinden niye daha çok yararlanmayalım ki?
Orlando'da, Kuzey Amerika Ortadoğu Araştırmaları Derneği'nin bünyesinde örgütlenmiş olan 'Türk araştırmaları'yla ilgili yerli yabancı akademisyenlerin toplantısına da katıldım.
Neydi en büyük yakınma konusu?
Türkiye'de arşivler...Tarihçi olarak Türkiye'ye geldiklerinde arşivlerden yararlanma konusunda -ki bunlara Dışişleri Bakanlığı dahil - karşılaşılan engellere ve bazı köhnemiş zihniyet örneklerine hemen hepsi değindi.
Kafayı değiştirmek...
Örneğin 'Ermeni' konusunu dünyaya daha iyi anlatmaktan söz ediyoruz. Kafa ve zihniyet değişimi olmaksızın, bu iş mümkün mü?
Yazara E-Posta: h.cemal@milliyet.com.tr