Tarihin sayfalarında hep güzel şeyler yazmaz. Bu herkes için, bütün ülkeler için geçerlidir. Güzelle çirkin, günahla sevap iç içedir tarihin sayfalarında.
Kimi sayfalardan onur duyulur.
Kimilerinden duyulmaz.
Tümüyle idealize edilerek yazılan tarihler de vardır. Ama inandırıcılıkları yoktur. Çünkü gerçeği yansıtmazlar.
Günlük siyasete, ideolojilere malzeme yapılmak için yazılmış göstermelik tarihler vardır. Gerçeklerden kopuk oldukları için uzun süre kalıcı da olamazlar, etkili de...
Bazen tartışmalıdır tarih.
Belgeler, bulgular yetersiz oldukları için... Kimi zaman da olaylara farklı pencerelerden bakıldığı, farklı değerlendirmeler yapıldığı için...
Bu nedenle, tarihin daha iyi yazılması için özgür bir tartışma ve araştırma ortamının oluşturulması önem taşır. Böylece tarihi gerçekler daha iyi gün ışığına çıkar. Bu sayede toplumlar kendi tarihlerini daha iyi öğrenip geçmişleriyle yüzleşirler. Bunun şöyle bir sonucu da olabilir:
Olgunlaşmak...
Kendi tarihini artılarıyla eksileriyle öğrenmeye, anlamaya çalışan bir toplum kendi kendisiyle daha barışık hale gelir. Kendi geçmişine eleştirel bakabilen bir toplum, geleceğini daha iyi, daha farklı kurabilir.
Ama nihayet tarih tarihtir!
Yaşanan yaşanmıştır.
Unutmak ya da unutturmak söz konusu olmasa da bazı yanlışlardan sakınmak gerekir. Bir büyük hata, tarihten düşmanlık çıkarmaktır, husumet çıkarmaktır. Bir diğeri, tarihin bugünü ve geleceği ipotek altına almasıdır.
Bir başka deyişle:
Tarihin tutsağı olmadan, tarihin yükü altında ezilmeden yaşayabilmektir doğru olan... Ülkeleri birbirine düşürmeden, düşman etmeden, toplumları kamplaştırmadan barış içinde yaşayabilmektir doğru olan...
Gelelim,
1915 yılına.
Yani
'Ermeni tehciri'ne...
Osmanlı - Türk tarihinin bu sayfaları trajediyle doludur. Birinci Dünya Savaşı'nda zorunlu göçe tabi tutulan Ermenilerin yaşadıkları büyük acılar, uğradıkları katliamlar yazılıdır bu sayfalarda...
Yalnız Ermeniler mi?
Savaş koşullarında Türklerin de, Kürtlerin de trajedileri hiç kuşkusuz vardır. Ama bu durum, Ermenilerin yaşadıkları acıları, felaketleri perdeleyemez.
Perdelememelidir de...
Peki, yaşanan
jenosit midir?
Yani
soykırım mı?
Böyle düşünenler var.
Düşünmeyenler var.
Bence de soykırım değil.
Ancak doğru olan, bu konuyu
'tarihçilere bırakmak'tır. Bu konuyu demin de belirttiğim gibi ideolojilere ya da günlük politikaya malzeme yapmaktan kaçınmaktır.
İşte,
Amerikan Temsilciler Meclisi şu günlerde böylesi bir hataya, partizanlığa sahne oluyor. Dileriz, komisyonlarda yapılan bu yanlıştan genel kurulda dönülür.
Eğer genel kurul da bu yanlışta ısrar eder,
Ermeni soykırımı iddialarını tescil eden bir karar alırsa ne olur?
Türkiye haklı olarak tepki koyar.
Nasıl bir tepki?
Acıtmak, ama nasıl?
İşte bu konuyu soğukkanlı düşünmek gerekiyor. Kontrollü gitmek lazım. Aksi halde hedef küçültüp Türkiye'yi tecrit etmek, özellikle Türk - Amerikan ilişkilerini bozmak isteyenlerin değirmenine su taşınmış olur.
Sorun bununla bitmiyor.
ABD Temsilciler Meclisi yanlıştan dönse bile, bu konu kapanmayacak. O zaman Türkiye'nin çok boyutlu bir stratejiyi her türlü duygusallık ve bağnazlıktan uzak biçimde bir an önce oluşturması şart.
Fanatikler...
Bu çerçevede örneğin Türk - Ermeni ilişkilerini
Ermeni Diasporası'nın ipoteğinden kurtarmak da yer almalı...
Türkiye'nin Ermenistan diplomasisinde
sopa - sopa değil,
sopa - havuç zihniyeti etkili olmalı...
Türkiye, Osmanlı arşivlerini artık gerçekten açmalı, tarihçilerin serbestçe çalışacakları, tartışacakları bilimsel platformları kendi eliyle oluşturmalıdır.
Daha önemlisi, Türkiye'yle Ermenistan arasında
halktan halka ilişkilerin, diyalog ortamlarının geliştirilmesidir. Yani
'sivil toplum'un tıpkı Türk - Yunan ilişkilerinde olduğu gibi devreye girmesidir.
Tarihin yükü bir hayalet gibi peşimizde dolaşmasın.
Buna izin vermeyelim!
Yazara E-Posta: h.cemal@milliyet.com.tr