Hollanda ve Avrupa, dileriz, iyi düşünür, yerli yerine oturtur bu yaşananları. Eğer başarısız kalırsa, aşırı uçların değirmenine su taşınır. Avrupada hem Hıristiyan hem İslamcı kamptaki fanatiklerin eli güçlenir.Hollandalı film yönetmeni Theo Van Goghnun İslamcı bir fanatik tarafından öldürülmesi, elbette dehşet verici bir olay. Onun göğsüne saplanan bıçak hiç kuşkusuz demokrasinin, özgürlük düzeninin yüreğine vurulan iğrenç bir darbedir.Hiçbir gerekçesi olamaz.Bu cinayete ilişkin gerekçeler üretmeye kalkışmak, tehlikeli bir eğilimdir. Örneğin, bu konuda Theo Van Goghun İslama eleştirel bakışının altını çizmek bir yerde din adına, İslam adına fanatizmin kuyruğuna takılmak isteyenleri kışkırtıcı bir tutum olabilir.Bunun gibi, bu cinayet sonrasında cami ve kiliseleri, okulları, Müslümanları hedef alan saldırılar da mahkûm edilmelidir.Bunlar çok tehlikeli sinyallerdir.Bu saldırılar, bana Almanyadaki Mölln ve Solingen cinayetlerini anımsattı. İlki 1992nin kasım, ikincisi 1993ün haziran ayında yaşanmıştı.Birinde ikisi çocuk üç Türk, diğerinde bir Türk ailenin beş ferdi uykudayken kundaklanan evlerinde yakılarak öldürülmüştü.Irkçı fanatiklerdi katliamı yapanlar.Alman dazlaklarıydı.Her iki olayı da gazeteci olarak yerinde izlemiştim. Ölenlerin aileleriyle görüşmüş, duygu ve düşüncelerini haberleştirmiştim. Irkçılığı, yabancı düşmanlığını lanetlemiş, Hitlerin ruhu hortlamasın diye yazılar yazmıştım.Elbe Nehrinin üzerindeki köprüden geçerek ıslak ve karanlık bir gecede Möllne geldiğim zaman, sesi titreyen beyaz sakallı, takkeli ihtiyar Türkün yakınmasını dinlemiştim:"Bu işin sonu geldi beyim" demişti titreyen hüzünlü sesiyle, "Bizi istemiyorlar. Bize yapılanları tasvip etmeseler de öyle bu. Bizleri polisin koruduğu falan yok."Bugün de tehlike burada yatıyor.Dışlanmışlık duygusu...Korku...Kendini oralara ait hissetmemek...Avrupanın bu tehlikeyi iyi görmesi lazım. Bu tehlikeyi göremeyen, bu tehlikeyle baş edemeyen bir Avrupa, kendi topraklarında tehlikeli bir radikalleşmenin köklerini sulamaya başlar.Hem Hıristiyan kamptaki, hem İslamcı kamptaki radikalleşmenin yollarını tıkamak için öncelik Avrupada Müslümanların dışlanması değil, özgürlük alanlarının kısıtlanması değil, tam tersine her bakımdan entegre edilmeleri, korunmaları ve aidiyet duygularının geliştirilmesidir.Bu bir.İkincisine gelince...Bu da, Türkiyenin 17 Aralıkta müzakere tarihi alarak Avrupa Birliği rayına geri dönüşü olmayacak biçimde oturmasıdır.Çünkü Türkiyenin dışlanması ihtimali, hem Hıristiyan hem İslamcı kamptaki fanatiklerin ellerini ovuşturarak bekledikleri bir gelişme...Bir kez daha vurgulamakta yarar var:Radikalleşmeye açılan kanalları tıkamak ve terörle mücadeleyi ciddiye almak isteyen bir Avrupa, dileriz, böyle bir tuzağa düşmez. h.cemal@milliyet.com.tr Gecikmiş bir yazı, biliyorum. Ama bazen olayların hızına yetişmek mümkün olamıyor. Değinmek ve kınamak istediğim, Hollandada bu ayın ilk yarısında yaşanan acı olaylar.