Evet üzgünüm, Fenerbahçe’ye verilmiş bir sözümü tutamadığım için... Ama kabahat benim değil, Fenerbahçe’nin.
Ya da kabahat, Gökhan’la Kezman’ın veya Colin Kazım’ın da olabilir.
Stamford Bridge’de salı gecesi, Kezman eğer Gökhan’ın o müthiş volesine altı pas içinde daha iyi ayak koyabilseydi...
Veya Colin Kazım’ın o fevkalade şutu kalecinin üstünde patlamayıp da, bir önceki salı günü Saraçoğlu’nda Deivid’in füzesi gibi tam doksana bir ampul gibi -aah- bir takılsaydı...
Aynı anda, Chelsea’nin teknik direktörü Avram Grant ruhunu Allah’a teslim eder, ben de Fenerbahçe’ye olan sözüme bir adım daha yaklaşmış olurdum.
Ama maalesef olmadı.
Fener’li dostlarla ahlar ve vahlar arasında televizyon başında izlediğim maç daha yeni bitmişti. Yüzlerden düşen bin parçaydı.
O sırada bir mesaj geldi:
“Üzgünüm Leyla!”
Selahattin Duman mı yoksa?..
“Al sana bir mesaj taslağı, Londra’daki Fenerli dostlara geç!” diye beni kışkırtan bir provokatör...
Fenerli dostları dilim döndüğü kadar teselli etmeye çalışırken, bizim de bu yollardan daha önce geçtiğimizi anlattım.
2001’in nisan ayı.
Ali Sami Yen’deki o geceyi hiç unutamam. Avrupa Şampiyonlar Lig’inde Real Madrid’le çeyrek finalin ilk maçını oynuyoruz.
Havamız yerinde, güvenimiz tam.
Önce Arsenal’ı yenip UEFA Kupası’nı, sonra da Devler Ligi’nin şampiyonu Real Madrid’i devirip Süper Kupa’yı 2000’de kaldırmanın özgüvenini -ve biraz da sarhoşluğunu- yaşamaya devam ediyoruz.
Ama ilk yarı şok!
Real Madrid 2-0 önde kapatıyor. İkinci yarı şahlanıyoruz. Maçı çeviriyor ve Roberto Carlos‘lu Real Madrid’i 3-2 ile deviriyoruz.
Fenerli dostların Londra’ya akın ettikleri gibi, ben de Real Madrid’le çeyrek finalin ikinci maçına takımın uçağına binip Madrid’e ne umutlarla gitmiştim. Ama bu arada otel resepsiyonundaki genç adamın sözünü hiç unutmam:
“Buralara kadar zahmet etmişsin. Real Madrid, deplasmanda iki gol attığı hiçbir takıma elenmez, hayal kurmayın.”
Öyle de oldu.
Real Madrid’e 3-0 yenilerek Devler Ligi’nde yarı final ve final hayallerimizi futbolun o muhteşem mekanı Bernabeu Stadyumu’nun yemyeşil çimlerine gömmüştük.
Siz de o kadar üzülmeyin!
Biliyorum, geçen akşam Chelsea’yı eleyip yarı finale kalsaydınız, hem bizi geçmiş olacaktınız, hem de ben size verdiğim söze bir adım daha yaklaşacaktım.
Ama olmadı.
Peki olsaydı, Fenerbahçe yarı finale kalsaydı, eski deyişle benim haleti ruhiyem ne olabilirdi?
Hakikaten zor bir soru.
Fenerbahçe’nin çeyrek final yolunda Sevilla’yı elediği maçın sonuna doğru, kendimin Fenerbahçe konusunda o kadar da fanatik bir taraftar olmadığımı hissettim.
Maçı Brüksel’de televizyondan izlemiştim. 120 dakikanın sonunda maç penaltılara kalınca, Fenerbahçe’nin kazanması için nasıl heyecanlandığıma gazetemizin Brüksel temsilcisi Güven Özalp’la ailesi tanıktır.
Chelsea maçının ilkinde Saraçoğlu’na da gittim. Hem stadın o çok güzel atmosferine tanık olmak, hem de Chelsea gibi bir takımı izlemek için gittim.
Fenerbahçe yenilse üzülür müydüm? Sanmıyorum.
Ama yenmesine de sevindim.
Tabii, bu sevinme hissiyle ilgili olarak Fenerli dostların nezdinde pek o kadar inandırıcı olabildiğimi sanmıyorum. Bu açıdan, onların pek o kadar haklı olmayan kuşkularının farkındayım ama fazla abartıyorlar.
Abarttıkları bir başka konu var:
Saraçoğlu’ndaki 2-1’lik Chelsea galibiyeti... Elbette sevindiriciydi. Ama biraz ölçü kaçırıldı.
O maçtan sonra Fenerbahçe kendi kendine gereğinden çok gaz verdi. Sanki Moskova’daki finalin yolu artık açılmış gibi bir hava yaratıldı.
Oysa, Stamford Bridge’deki maç da iki takım arasındaki kalite farkını gözler önüne serdi. Futbol bu, Fenerbahçe hiç kuşkusuz Chelsea’yi eleyebilirdi.
Ama sonuç öyle de olsa, iki takım arasındaki kalite farkı ve Fenerbahçe’nin malûm eksikleri yine gözlerden kaçamazdı.
Şu da bir gerçek: Fenerbahçe Avrupa’da çıtayı yükseltti ama abartılmaması şartıyla...
Biliyorum, laf uzadı.
Fenerbahçe’ye verdiğim söze gelince...
Demiştim ki:
Fenerbahçe eğer Avrupa’da bir gün final oynarsa, 90 dakikalığına Fenerbahçe’li olacağım!
Bu sözümü hem bu köşede yazmış, hem de televizyonda söylemiştim.
Fenerli dostlara duyurulur:
Bu sözüm gelecek yıllar için de geçerlidir. Hatta Fenerbahçe öyle bir başarıyı yakalarsa, bu sözümü yarı finale bile çekebilirim.
Öte yandan hayalime gelince...
Bu da Galatasaray’la ilgili.
Chelsea maçı öncesi zap yaparken Fenerbahçe TV’ye takıldım. Londra’dan canlı yayın yapıyordu. Trafalgar Meydanı’nda genç, sempatik ve de fırlama bir Fenerbahçeli fanatik aynen şöyle dedi:
“Çok rahatım, tıpkı Galatasaray maçlarından önce olduğu gibi... Yaz buraya, Chelsea’yi yencez abi.”
Hem güldüm, hem biraz sinirlendim kerataya. “Sen görürsün” dedim içimden, “Biz bu yıl şeytanın bacağını kırdık. Saraçoğlu’ndaki beraberlikten sonra Ali Sami Yen’de sizi yendik. Bu ay içinde yine bizim mütevazı mabedimize geleceksiniz. Bu kez kupayı sizi Ali Sami Yen’de yenerek kaldıracağız.”
Hayalim bu...
Fenerli dostlar;
Üzülmeyin, kafayı takmayın. İkisi gitti, biri kaldı elinizde. Onu da Ali Sami Yen’de alacağız elinizden...
Ya tersi olursa mı?..
Allah yazdıysa bozsun.
Son söz:
İyi ki futbol var, iyi ki Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti var!