AB Komisyonu'nun Türkiye hakkında hazırladığı ilerleme raporu Kıbrıs konusunu ön şart olarak koyunca ülkemizde bazı kasimler tepki gösterdi. Çünkü Türkiye bir an önce bir takvimi karşısında görmek istiyor. Ancak bir başka tepki de Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'den geldi. Her iki tepkiyi de değerlendirmek gerekiyor.
Kıbrıs oldum olası Türkiye için bir sorundur. 1959 Londra Anlaşması ile adadaki Türk soydaşların hakları güvence altına alınmıştı. 1960'lı yıllarda Kıbrıs Cumhuriyeti ne yazık ki bir Rum devletine dönüştü. Türkler ezildi. Ta ki 1974'te Türkiye'nin canına tak edene kadar. Bugün Kıbrıs sorununu tartışırken bu gerçekleri göz ardı etmemek gerekiyor.
Bununla beraber, Kıbrıs'ta kurulan Türk cumhuriyetini Türkiye'den başka dünyada kimse tanımadı. Böylece Türkiye adadaki Türklerin güvenliği ile uluslararası tanınma arasında sıkıştı. Bu durumda çözüm uluslararası tanınmışlığa sahip bir güvenceyi yaratmak. Bu elbette AB olabilir. Ancak AB'nin adadaki Türklere güvence sağlarken, onları demografik, dolayısıyla da sosyo - ekonomik olarak mağdur edecek siyasal çözümleri önermemesi gerekiyor. Annan planındaki sıkıntı da burada. Gerçi, AB müzakere takvimini açıklasa ve "Kıbrıs sorununu bu takvim dahilinde birlikte çözeceğiz" dese bütün bu sorunların çözümü de kolaylaşır.
Çözümsüzlük en kötü çözümden daha kötüdür. Bunu unutmayalım. Dünya değişmiştir. Eskiden AB yoktu. Şimdi var ve Kıbrıs Rum kesimi AB'ye tam üye oluyor. AB'ye rağmen Rumların Türkleri ezmesi elbette beklenemez. Ancak raporda Kıbrıs'ın ön şart olarak alınması hem gereksiz olmuş, hem de işleri zorlaştırmış.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ise raporda gereksizlikleri vurgulayacağına bir eksiklik bulmuş! Gül'e göre Türkiye'de insan hakları ve özgürlükler sorununa türbanla ilgili maddeler de eklenmeliymiş! Normal koşullarda bir ülkenin dışişleri bakanı kendi ülkesini savunur. Görevi de budur. Kendi ülkesindeki eksiklikleri şikayet eden bakana hiç rastlanmazdı. Ülkemizde bu da oldu.
İşin ilginç yanı; bu tutum sadece bakanın kendi konumunu ayaklar altına almıyor, aynı zamanda da önemli bir gafı gösteriyor. Çünkü AB'nin temel direği olan Fransa da şu ara bu sorunla karşı karşıya. Ve türbanı kamusal alana kesinlikle sokmamaya çalışıyor. Gül böylece Fransa'yı da karşısına almış oluyor.
Diyelim ki, AB önümüzdeki süreçte, tıpkı Fransa gibi türban meselesinde, Türkiye'nin daha katı bir tutum takınmasını talep etti. Bu durumda AKP Türkiye'nin AB sürecinden geri dönmesini mi talep edecek? Bu son derece önemli. Bir başka bakışla, acaba AKP'nin bu denli AB'ci olmasının ardında yatan temel etmen, AB'nin türban konusunda daha fazla serbesti sağlayacağı beklentisi mi? Böyleyse yazıklar olsun!
Gül ilerleme raporuna fazla şart konulmuş diye itiraz edeceğine, "az bile" diyor. Acaba Gül kendini hangi ülkenin bakanı sanıyor?