Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Bir süredir medyada yeni bir siyasi kamplaşma şişiriliyor: "Avrupa’dan yana olanlar" ve "Avrupa’ya karşı olanlar". Geçenlerde bir generalimizin beyanı da bu kutuplaşmayı artırdı.. Kamuoyunun bu durumdan pek mutlu olduğunu sanmıyoruz.
İki veriyle başlayalım. Birincisi, bazı aydınlar farklı düşünse de, Türk kamuoyunda en güvenilen kurum olarak ordu görülmekte. İkincisi, Türk toplumunun çoğunluğu Avrupa Birliği (AB) içinde yer almak istiyor.
Aydın kesimimizin bir kısmı Avrupa’nın uzlaştığı ilkeleri tartışmanın anlamsızlığını ifade ediyor. Haklılar. Aynı zamanda "Türkiye bölünme fobisinden kurtulmalı" görüşündeler. Ancak bunda pek haklı değiller. Çünkü yıllardır bölücü - terörist unsurla mücadele ediliyor. Terörden çekenlerin acıları hala taze. Bu nedenle gerek idamın kalkması, gerekse Kürtçeyi öğrenme konusunda toplumun büyük bir kısmı henüz hazır gözükmüyor. AB yetkilileri bu toplumsal duyarlılığı görmezden gelip, özgürlükçü adımların bir an önce gerçekleşmesini isteyince, AB ile ilişkilerimiz sıkıntıya giriyor. Üstelik AB, Türkiye’yi kucaklayacağı yerde, sürekli hırpalayan bir üslup sergilediği için, Türkiye yılgınlaşıyor. Buna rağmen, terör nedeniyle idamın kalkmasına karşı çıkmak bir başka hata. Çünkü doğru olan, bir taraftan terörü lanetlemek, diğer taraftan da idam cezasının kalkmasını savunmak. Siyasetçilerin bu konuda ciddi bir sorumluluğu bulunuyor: Halkı aydınlatmaları gerekiyor.
Türkiye - Avrupa ilişkilerine 40 yıllık bir perspektiften bakıldığında Türkiye’nin Avrupa’ya girmeye daha fazla çaba gösterdiği, son yıllarda ise Avrupa’nın pek kucaklayıcı davranmadığı görülmektedir. Böylece iki zıt kanı oluşmaktadır: birincisi, "zaten bizi almayacaklar, çünkü her seferinde yeni şartlar dikte ediyorlar" görüşü ile, "bizi alacaklar, yeter ki talep ettiklerini bir an önce gerçekleştirelim" tutumudur.
AB Türkiye’nin yeterince demokratikleşmediği kanısındadır. Belli bir çaba gözlense de, bu kanı doğrudur. Ancak şunu da itiraf etmeliyiz: Avrupa Türkiye konusunda kötü bir sınav vermektedir. Bir yandan PKK’yı kolladığı izlenimini vermekte, diğer yandan da demokratik reformlar istemektedir. Bir yanlışın yanında bir doğru da kuşku uyandırmaktadır. Tüm bunlara rağmen, vatandaşlarımızın Kürtçeyi evinde konuştuğu gibi, öğrenebilmeleri (öğretim dili ayrı) gerekir. Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti bunları aşabilmelidir!.
Aslında sorun ordunun iki önemli duyarlılık taşımasındadır: birincisi, siyasete güven duymaması; ikincisi de, ülkemizde geniş bir kesim gibi, Avrupa’nın Türkiye’yi içine sindiremediği kaygısıdır. Gerçekten de AB’nin sürekli tam üyelik takviminden kaçınması demokratikleşmeyi hızlandırmamakta, aksine yavaşlatmaktadır. Buna rağmen AB ekseninde siyasi bir kutuplaşma Türkiye’ye yarar getirmez. Sürekli ilişkileri geliştirme yönünde çaba gerekmektedir. Biz Avrupa’yı, Avrupa da bizi daha iyi anlamalıdır.
Kişisel arzum; ülkemde özgürlükçü ve çağdaş Avrupa Birliği kriterlerinin geçerli olmasıdır. Avrupa bizim kaçınılmaz ve seçeneksiz kaderimizdir.