Dün, bu yazıyı yazdığımız sırada Meclis’te bankalara bilanço makyajı yapmaya yarayacak devlet desteğine ilişkin yasa tasarısı tartışılıyordu. Tasarı vatandaşta büyük tepki doğurdu. Kuşkusuz medyadaki olumsuz yayınlar bunda hayli etkili oldu. Siyasetçilerimiz de bu durumdan yararlanmaya, haliyle tasarıyı eleştirerek onlar da puan kazanmaya çalışıyorlar. Bunlar ülkemizde siyasetin adeta doğallaşmış ayak oyunları.
Vatandaşın tepkilerinin nedenlerine gelince... Gerçekten de kamu borcunun bir kısmı mali sektördeki biriken zararlarla oluşmaya başladı. Geçmişte birçok kötü niyetli bankacı bankaların mevduatlarını kendileri için kullandılar. Ve zarardaki bu bankalar devletin kucağına düştü. Kendileri de hapsi boyladı. Diğer bazı banka patronları da bir sürü kredi batırdılar. Yani bankalarını kötü yönettiler. Hepsinden öte, bankalar büyük riskler alıp yıllarla devletin sırtından astronomik paralar kazanıp, bunları hoyratça harcadılar. Bütün bunlar kamu vicdanını zorlamakta. Ancak şunu da unutmamalıyız: Bankalar da ülkenin ulusal serveti ve ekonominin gerekliliği.
Öte yandan, reel sektöre yardım etmek gerekiyor. Çünkü reel sektör krizle beraber büyük darbe yedi ve ortaya ciddi boyutlarda işsizlik çıktı. Reel sektöre yardımın bir yolu, Londra Yaklaşımı. Tüm bankalar alacaklı oldukları müşteriye aynı anda yüklenirlerse batmayacak müşteri bile batabiliyor. Bu nedenle eşgüdüm içinde kredileri yeniden yapılandırmak gerekiyor. Ancak bu yöntem zaten zaman zaman bankalar arasında uygulanıyor.
İkinci yöntem ise, Aktif Yönetim Şirketi. İlke olarak karşı çıkılması zor bir yaklaşım olsa bile uygulamada çok sorun çıkarabiliyor. Bankaların batıkları buraya devrolacak ve şirket sadece tahsilat için uğraşacak. Banka batıklardan kurtulup yerine bono alınca taze kredi verebilecek. Ancak burada çok batırana çok prim verilmiş olacak. Üstelik o batıkları kim tahsil edecek? Hangi usta bankacı bunları geri alabilecek? Bunun için yeni kaynak gerekmeyecek mi? Bunlar hep sorun. İlginçtir, en fazla tepki çekmesi gereken bu yöntem kamuoyunda yeterince anlaşılmadığı için pek eleştirilmedi.
Üçüncü olasılık olarak, bankalara geçici bir borç ile reel sektörü destekleyebilmeleri kalıyor. Malum, cenaze mevtanın sahibine taşıtılır. İşte konu da bu.
Bu olasılıkların hiçbirinin gerçekleşmemesi halinde ne olur? Birincisi, bankacılık sektörü mutlaka var olacağına göre, yerliler batınca bankalar yabancıların eline geçer. İkincisi, hepsi batmaz biri kalırsa tekelleşme meydana gelir. Üçüncüsü, bankaların hepsi sıkıntıya girerse reel sektör hiç yeni kredi alamaz hale gelir. Daha da sayılabilir.
Şunu bilmemiz yeterli. Şu anda bir değil, çoğu banka sorunlu. Yani sorun birkaç bankayı değil, sistemi ilgilendiriyor. Ekonomi yönetiminin açıklıkla anlatamadığı da bu. Ancak "madem öyle hepsine yardım edelim" tezi ise başka mahzurlar taşıyor. İleride yine batma olasılığı olan, küçük ya da iyiden iyiye sermayesini yitirmiş, bankalara yapılacak yardım çöpe atılmış para olacaktır. Bu ise ileride kamu vicdanını daha fazla rahatsız edecektir. Tekrarlayalım; ülkemizde bankalar bu boyutlarla normal yollardan kar edemezler, ancak risk alırlar.