Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türk ekonomisinin en büyük sorunu kamu borcu. Siyasetçilerin popülizmi, bürokratların ya bilgisizlik, ya da vurdumduymazlığıyla birleşince borçlar inanılmaz boyutlara ulaşıyor. İşin kökeni 1988’de başlatılan mali serbestleşmedeki yanlış zamanlamaya dayansa bile 1998 Rusya krizindeki yanlış uygulamalar üstüne tuz biber ekti. O dönemde faizler 50 puana yakın arttığında Hazine vadeyi uzatarak vahim bir hata yaptı. Çünkü egemen olan anlayış, "faizin kamu borçlanmasının bir sonucu" olmasıydı. Oysa faizi belirleyen çok etmen var. Biri de Hazine!
Üstteki grafikte bu borçların Rusya krizi öncesi 32 milyar dolar düzeyinden üç yılda nasıl 52 milyar dolara tırmandığı görülüyor. Bu borçlar benzer ülkelere, hatta krizli ülkelere göre bile aşırı düzeyde. Kişi başına düşen geliri hayli düşük olan Türkiye’nin bu denli borç yükü taşımaması gerekiyor. üstelik bu denli yüksek faiz düzeyiyle.. Aşağıdaki tabloda da görüldüğü gibi bizim ortalama yurttaşımızdan yüzde 15 daha zengin olan Meksika’nın bile borçları bizim borç oranına göre neredeyse yarıdan az.
Bakan Derviş bu süreci tersine çevirmeye çalışıyor. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı faizi bir sonuç değil, borcu şişiren bir neden diye görüyor. Nominal, dolayısıyla da reel faizleri düşürmeye çalışıyor. Böylece hem ekonomi büyüyecek, hem de borç milli gelir içinde küçülmüş olacak. Çünkü artık sürdürülemez bir duruma gelindi. Borç dinamiği denen olay da bu. Yandaki pastalarda görüldüğü gibi vergi gelirlerinin artık yüzde 77’si borç ödemelerine gidiyor. Hatta son ek bütçe verilerine göre yüzde 111’i. Oysa on yıl önce bu oran yüzde 30’du. Yani kamu maliyesi resmen çökmüş durumda.
Daha fazla vergi toplayarak mesafe almak pek mümkün değil. Çünkü vergileri sürekli artıramazsınız. Borcun artış oranı yılda yüzde 30!

30 yıl sonraya randevu
Önceki gün CNBC-E televizyonunun düzenlediği "Dalgaları Aşarken" isimli çok ilginç bir konferansta konuştuk. Panelistlerden biri (Goldman Sachs’ın Araştırma Direktörü Erik Nielsen) çok ilginç bir simülasyonu aktardı. Eğer reel faizler yüzde 11’de tutulur, her yıl ekonomi yüzde 5 büyürse (ve tabii bütçe de, bu yıl olduğu gibi yüzde 5’lik bir fazlalık verirse) ancak 30 yıl sonra borçlar milli gelir içinde yüzde 20’nin altına inebiliyor! Yani bu programı her yıl başarsak bile 30 yıl sonra işler iyice bir noktaya gelecek. Aksi takdirde, faizler sadece 2 puan fazla olursa 30 yıl sonra borcun milli gelire oranı yüzde 150’yi aşacak. Şu kadarını söyleyelim: Şu anda reel faizler yüzde 30’u aşıyor!!.. Kısacası durum çok vahim.

İyi ve kötü senaryo
Derviş, bu yılı uzun vadeli ve çapımıza göre hayli yüksek bir dış kaynak (15,8 milyar dolar), ciddi bir iç kaynak (9,5 milyar dolarlık faiz dışı bütçe fazlalığı) ve küçük ölçekteki bir (2,3 milyar dolar) özelleştirme ile atlatmayı amaçlıyor. Böylece 79 milyar dolarlık toplam kamu borcunun sadece 51 milyar doları içerden karşılanacak. Sonra ekonomi Derviş’in iddia ettiği gibi yüzde 7 büyürse işte o zaman Nielsen’in tahminine göre daha olumlu bir duruma ulaşabilir. Bu mümkün mü? Eğer borç yönetimi şeffaflaşır, hükümet de kararlılık gösterirse, neden olmasın.
Aksi olursa? Çok kötü. Ya moratoryum (yani borçların ödenememesi), ya da hiperenflasyon (yani para basmak) kaçınılmaz seçenekler olacak. Ama her ikisi de can alıyor. Hangisi mi? Yanıtı yine Ankara verecek.
Biraz açıklayalım: Dış kaynak IMF’ye bağlı. Programa uymazsanız paranın akışı kesilecek. Faizdışı bütçe fazlası ise kamu harcama disiplinine bağlı. İkide bir çiftçiye, esnafa, kamu işçisine kaynak dağıtmaya kalkarsanız işler sarpa sarar. Bütçeden tasarruf yapılamaz. özelleştirme de aynı noktada. Kimse siyasal istikrarın olmadığı bir dönemde yatırım yapıp devletten işletme satın almaz. Bekler. Demek ki programa uymak burada da çok kritik. Hele hele bu kamu işletmelerini yabancılara satmak istiyorsak. İçerden borçlanmaya gelince... Bankaların da takatinin tükendiğini artık bilmeyen kalmadı. Ankara hariç tabii.
Bize göre kamu harcamalarının aşırı artmasına elbette popülist siyasetçiler neden oldu? Ancak bu düzeylere ulaşan borcun yönetiminde de yaşamsal hatalar yapıldı. Özetle, hükümet durumun kaygı verici olduğunu kavramalı, Derviş de geçmişte yapılan teknik hatalara dikkat etmelidir.

Geçtiğimiz hafta Kemal Derviş, Israil Dışişleri Bakanı Şimon Perez’in jest olarak gönderdiği dünyaca ünlü Israilli ekonomistleri ağırladı. Askeri yardımlaşma anlaşmasından sonra bir de ekonomik danışmanlık yardımlaşmasının oluşması gerçekten çok ilginç. Ancak karşılığında Derviş’i onlara gönderebilme olasılığı yok. Çünkü Israil sorunlarını çoktan halletmiş. En kıdemli olan Ben Shahar, büyüme uzmanı Elhanan Helpman ve Israil’in enflasyonu yenmesinde Michael Bruno’dan sonra en kritik rolü üstlenen eski Merkez Bankası Başkanı Jacop Frenkel, bürokratlarla ve bankacılarla tam gün süren toplantılarda hem Türkiye gerçeklerini tartıştılar, hem de Israil deneyimini değerlendirdiler. Frenkel ve arkadaşları, çok ciddi uyarılarda da bulundular;

• Bir an önce enflasyonla mücadele edilmesi gerek. Eğer gecikilirse enflasyon elden kaçabilir.
• Reel faizler düşerse büyüme hızlanır. Borç dinamiği de aşılır. İsrail’de milli gelirin yüzde 100’üne ulaşan iç borç şimdi yüzde 10’a kadar düştü. (Bu durum bazı arkadaşlarımızın bilgisine sunulur!)
• Döviz kuruna müdahale programın başarısını engeller. Kısa vadede tam bir serbesti içinde dalgalanabilirse başarı sağlanabilir. (Oysa Merkez Bankası zaman zaman kısa vadeli dalgalanmaları düzenlemek, uzun vadede serbest bırakmak eğiliminde oluyor)
• Başarı ancak programın gelecekteki hükümetler tarafından da sadakatle izlenmesiyle sağlanabilir. Bu ulusal bir amaç olarak algılanmalı!

Ne dersiniz? Acaba bizde de muhalefet partileri şimdiden bu programı uygulayacaklarına söz verseler ülke hayrına olmaz mı? Hatta zaman zaman eleştirseler bile: "Hükümet, programı tam olarak uygulamayarak yanlış yapıyor!" diye.. Nerede o günler, nerede o siyasetçi anlayışı. Öyle siyasetçi görsek, Uşak’takiler gibi onları uzaydan gelmiş sanacağız.