Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


İngiliz Maliye Bakanı Gordon Brown, Tony Blair’in en yakın çalışma arkadaşı. İşçi Partisi’nin reformasyonunun altındaki iki temel imzadan biri ona ait. Hatta partinin yeni ekonomik programının gerçek mimarının Brown olduğunu söylesek yanlış olmaz. Liberal görüşleriyle fakat sert karakteriyle tanınan bu politikacı, son seçimlerde vergileri artırmama sözü vermişti. Ancak 2002 yılı bütçesinde Brown bazı kamu gelirlerini artırmaya çalışınca tozu dumana katmış görünüyor.

Geçen hafta İngiliz basını Brown’u adeta linç etti. Kimi seçim öncesi verdiği sözlere uymadığından dem vururken, kimi de özel sektöre getirdiği ağır yükten Brown’u yerden yere çalıyor. The Sunday Times, geçen hafta ‘İşçilerin iş dünyasıyla balayına son!’ diyordu. Çünkü İngiliz işadamlarının yüzde 87’si alınan son önlemlere karşıymış. Öylesine ki, salı günü aynı kabinenin Sanayi Bakanı Patricia Hewitt bile bunun iş dünyasında güven sarstığını ifade ediyordu.
Tepkilerin bir kısmı sermaye kazançları vergisinden kaynaklanıyor. 2003 yılında uygulanmaya başlayacak bu vergi yüzde 10’luk bir kazanç vergisi amaçlıyor. Tepkilerin geri kalanı, sigorta primlerindeki yüzde 1’lik artışın işveren tarafından da paylaşılmasına dayanıyor. Bu vergilerin perakende ve eğlence sektörlerini etkileyeceğini, hatta işsizliğe neden olabileceğini savunanlar var. Öte yandan, 1996 yılından bu yana İngiltere’de vergiler milli gelir içinde yüzde 35 iken, bugün yüzde 37 olmuş. Tam 20 milyar sterlin artmış. Bu da hayli dikkat çekici bir gelişme.

Brown’un tezlerine gelince... İngiliz Ulusal Sağlık Hizmeti (USH) belki de dünyanın en iyi çalışan sağlık sistemi. Elbette daha da gelişmesi gerekiyor. Brown da bunun sürdürülebilmesi hedefinden söz ediyor. Ve bunun için 2008 yılına kadar 40 milyar sterlinlik bir ek kaynak gerekiyor. Şu anda 65 milyar sterlinlik USH bütçesinin, 2008 yılında 106 milyar sterline ulaşacağı düşünülüyor. İşte gelirlerin artırılma nedeni de buradan kaynaklanıyor. Brown bir taraftan sıkı maliye politikasından ödün vermek istemiyor. Diğer yandan da, bir sosyal demokrat olarak sağlık hizmetinde gelişme arzuluyor. İşte Brown’un ikilemi de burada. Bunun aşılması için bu hizmetin finanse edilmesi, yani yeni gelirlere ihtiyaç bulunuyor. Çünkü sosyal adaletçi bile olsa, finansmanı sağlanamayan her harcama popülizmden öteye gidemez.
Popülizm deyince. Geçenlerde Başbakan Yardımcısı Bahçeli’nin basında bir beyanı çıktı. Bahçeli, ‘popülizm artık bitti’ demiş. Görür görmez bunun bir baskı hatası olup olmadığını araştırdık. Bu arada Bayındırlık Bakanı Abdülkadir Akcan’dan gerekli açıklama geldi. Akcan diyordu ki, ‘IMF hem borç veriyor, hem de parayı nereye kullanacağımıza karışıyor. Bari nereye kullanacağımıza biz karar verelim.’ Yani, ‘serbestçe savuralım!’ İşte popülizm budur! Nereye harcandığının bir kuralı yoksa, yahut da denetlenmiyorsa, hele hele borç verenin hiçbir bilgisi yoksa, buna en hafifinden ‘hovardalık’ denir.

Brown’a dönersek. İngiliz Maliye Bakanı’nın artırdığı temel gelir ‘ulusal sigorta katkısı’ denilen sosyal güvenlik primleri. 2003 yılında gelirin yüzde 10’u kadar olan bu ödemeler, gelecek yıl yüzde 11 olacak. Yani artış sınırlı. Ancak bu ödeme hem çalışan, hem de işveren için geçerli. İngiltere’de vergilerin nereye gittiği merak edilebilir. Özet bir tablo vermekte yarar var:

Brown’u neredeyse linç edecekler
Tablo gayet açık.
1) İşçi Partisi ağır sosyal güvenlik yükünden kurtulmuş. Çünkü hem işsizlik azalmış, hem de gereksiz bazı ödemeleri ortadan kaldırmışlar,
2) Faiz giderlerini sıkı bütçe politikasıyla frenlemişler,
3) Savunma harcamalarına da fren yapmışlar, ancak
4) Sağlıkta ve
5) Eğitimde çok ciddi artışlar sağlamışlar,
6) Tek sıkıntı, iç güvenlik harcamalarına fren yapamamışlar. (Belki de doğrusu bu. Çünkü Lionel Jospin bu zaafiyetten eleştirildi.)
Gerçi, Brown bütçede gelirleri artırırken, bazı muafiyetler de sağlamış. Mesela, çocuklu ailelere verilen krediler artırılmış. Öte yandan, sermaye kazançlarının vergilendirilmesinin muafiyet sınırı yükseltilmiş. Yaşlı ve özürlülere verilen yardımlar da önemli ölçüde artmış. Ancak bütün bunlar solcu pataklamaktan büyük haz alan İngiliz basınını tatmin etmemiş.
Geçenlerde Financial Times’ta İngiltere’nin en ünlü vergi danışmanı John Whiting şöyle diyordu: ‘Ben her zaman ördek teorisine uyarım: Eğer ördek gibi yürüyor ve ördek gibi ötüyorsa, o zaman bir ördektir. Sigorta prim artışı da bir vergidir.’ Sanki buna itiraz eden var! Elbette yok. Ama sağlık para işidir. Brown’un yaptığı da bundan ibaret.

Merkez Bankası (MB) 2001 yılında 6.8 katrilyona yakın kar elde ettiğini açıkladı. Bu üç aşağı, beş yukarı 5 milyar dolar ediyor. MB aynı zamanda denetleme kuruluşuna, enflasyondan arındırılmış bilanço da düzenletmiş. Arındırılmış kar rakamı ise 4 katrilyon TL'yi aşıyor. Daha önceden ayrılmış vergi karşılıkları da eklendiğinde bu rakam 5.7 katrilyona tırmanıyor.
Şimdi tartışılıyor? MB kar eder mi? Normal koşullarda elbette etmez. Ama ortada kriz varsa ve MB bu krize hazırlıklıysa, hele hele bu yönde müdahale ederse, kar yapabilir.
Örnek verelim. MB'nin döviz rezervleri güçlü olsun. Döviz çıkarken satar, düşerken alırsa kar elde etmez mi? Bu hem onun kar hanesine yazılır, hem de döviz kuru istikrara kavuşmuş olur.
Bir başka örnek: Piyasada para sıkışıklığı varsa, MB sınırsız para verme olanağına sahip olduğuna göre müthiş paralar kazanır. Böylece hem piyasada faizler gevşer ve ekonomiye de önemli bir katkıda bulunmuş olur, hem de kar yapar.
MB 2000 yılında kasım krizinde sattığı likidite ile epeyce kar elde etmişti. Sonra şubat krizi patladı. Sürekli IMF'den gelen ve gelmeyen dövizleri sattı. Hem de bazen en yüksek kurdan. Ancak şubat sonrası sadece döviz satarak para kazanmadı. Aynı zamanda Hazine'nin kamu bankalarına verdiği borç senetlerinin karşılığında onlara para sattı ve ciddi miktarlarda para kazandı. İşte açıklanan karın kaynağı böyle.
MB'nin karı her yıl ana hissedar olan Hazine'ye devrolunur. Bu devir daha önce tartışmalara neden olmuş, fakat nihayet Hazine lehine iş çözülmüştü. Bu yıl da bu karın çoğu Hazine'ye devrolacakmış. Hazine bankalardan kazanılan bu parayı yine onların yeniden yapılanması için kullanacakmış.
MB'nin kar yapması elbette krizde doğru müdahale yapıldığını gösteriyor. Ancak bir nokta var. Eğer bu kar sürüyorsa, MB sürekli müdahale ediyor ama sonuç alamıyor demektir. O zaman da, MB kar yapsa bile, ekonomi kazanmıyor demektir.
MB'ye bir hatırlatma daha. Süreyya Serdengeçti'nin geçen hafta verdiği bilgilerden biri de, kriz sonrası dönemde ülkeden 14 milyar doların kaçtığıydı. Olabilir. Ancak zaten 3 Ekim 2001 tarihindeki "Ya yurtdışına ya da Antep kasasına" başlıklı yazımızda 13 milyar dolarlık bir tahminde bulunmuştuk.