Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Geçen yıl devalüasyon gecesi vatandaşlar ekranlarda boy boy profesörleri seyrediyorlardı. Hiçbiri "devalüasyon bir an önce yapılmalıdır, çok yarar sağlar" demiyordu. "Yapılmamalıdır, herhalde yapılmaz" diyorlardı. Ancak yapıldı. Ve tabii birçok şirket, birçok banka da beraberinde battı.
O günlerde bilgisayarımızı açtığımızda yağan e - postalar hiç de iltifat yağdırmıyordu. Oysa devalüasyona direnmiş, ancak anlatamamıştık. IMF ise serbest bırakılan kurun olabildiğince yukarı gitmesini arzu ediyordu. Böylece aşırı ölçülere varan devalüasyon ihracatı artıracak, hızlı bir büyüme elde edilecekti. Daha doğrusu cari işlemler sorunu aşılacaktı. Gerçekten de devalüasyon ihracatı bir miktar artırsa da, bu artış daha çok iç piyasadaki durgunluktan kaynaklandı. Cari işlemler sorunu ise en çok ithalattaki çöküşle aşıldı.
Devalüasyonun neye yaradığı bu nedenle hayli tartışmalı. Bunu gerek Meksika krizinden, gerekse Asya krizinden biliyoruz. Her iki krizde de hem bankalar, hem de şirketler aşırı döviz borçlu oldukları için devalüasyon ağır hasar vermişti. Önümde bir makale bulunuyor: Piti Disyatat: Parasal krizler ve reel ekonomi: Bankaların rolü, Mayıs 2001 (Currency Crises and the Real Economy: The Role of Banks IMF Working Paper) Bu makalede temel olarak devalüasyonların reel sektör üzerindeki etkisi inceleniyor. Devalüasyonun iç fiyatlara yansımasına "geçirgenlik" (pass - through) deniyor. Ve bu sınırlı kalırsa, temel etki ihracatta rekabetle oluyor. Zamanla işler düzeliyor.

Ancak bankacılık kesimi zayıfsa durum değişiyor. Zayıf bankalar normal bankacılık işlemlerinden para kazanamayınca risklere giriyor, mesela net döviz borçlu hale gelip, pozisyon açıyorlar. Devalüasyon olunca da Karacaahmet’i boyluyorlar. Bu nedenle zayıf bankacılığın olduğu yerlerde buna çok dikkat etmek gerekiyor. Yani "kaş yapayım derken göz" çıkarılabiliyor. Bir başka deyimle, "ihracatla büyüyeyim" derken, hem reel sektör, hem de bankalar batabiliyor. Buna da "bilanço etkileri" deniyor.
Aynı konuda bir başka makale mali krizler üzerine hayli tanınmış bir isim olan Aaron Tornell’den yakında geliyor: Bilanço etkileriyle ekonomik politika. (Policy in an Economy with balance sheet effects: University of Chicago Press) Bir başka çalışma da geçen ay Amerika’nın saygın ekonomisti Profesör Martin Feldstein tarafından yayımlandı: Gelişmekte olan ülkelerde ekonomik ve mali krizler. (Economic and Financial Crises in Emerging Market Economies: Mart 2002, NBER) Feldstein krizlerin aşılmasında IMF’nin sancısız değil, aksine zaman zaman gereksiz derecede acılı yöntem uygulandığını savunuyor.
Devalüasyon sonucu sermayesini yitiren bankalar şimdi bu destekten kaytarmak için çırpınıyorlar. Oysa daha önce durum böyle değildi. Çünkü destek almanın piyasada kredibilite kaybına neden olacağını henüz fark ettiler. Haklılar da. Çünkü bankacılık kredibilite ile yapılıyor. Ancak sermaye desteği verilirken kredibiliteyi korumak için bunun gizlenmesi de çok yanlış olur. Keşke bu süreç hemen kriz sonrası bitirilseydi. Artık bir yöntem bulmak gerekiyor. Ama bilinen şu ki, devalüasyon ihracatta büyüme değil, daha çok bilanço etkisi bıraktı.