80’li yıllarda ülkemizde önemli bir gelişme olmuştu. 1985 yılında eski siyasiler referandumda kıl payı da olsa beraat edince, Demirel meydanlara dökülmüştü. Bunun üzerine, çırak Özal’ı da bir tedirginlik sarmıştı. Başlamıştı ustasıyla yarışmaya. Yani popülist yatırımlara. Barajlar, yollar, o dönemde hoyratça bir borçlanmayla finanse edilmişti. (Bilmem farkındalar mı, ama şu anda IMF’nin ve Derviş’in çözmeye çalıştığı sorunların temeli onlar tarafından atılmıştı!) Öte yandan, o yıllarda inşaat sektörü öyle güçlendi ki, bazı etlenen butlanan müteahhitler yurtdışında iş alabilir hale geldi. Batılı rakipleriyle kıyasıya mücadele edip önemli eserleri ortaya çıkardılar... Gerçi kimisi de Arabistan çöllerinde parasını alamayıp, battı ya neyse!
Geçenlerde Devlet İstatistik Enstitüsü bir anket açıkladı. Pek dikkat çekmedi. Oysa sonuçlar çok çarpıcıydı. Rakamlar son yıllarda yurtdışında üstlenilen müteahhitlik projelerinin, sayısı ve proje değeri açısından gerilediğini gösteriyor.
Aşağıdaki tabloda bu açıkça görülüyor.
Her yıl alınan iş büyüklüğü düşmüş. 2000 yılında daha fazla proje alınsa da, boyutları öylesine düşmüş ki, toplam iş hacmindeki daralma sürmüş. Gelişmesi beklenen sektör aksine iş alamaz hale gelmiş. Daralmış, küçülmüş. Ülkeye daha az döviz kazandırır olmuş.
Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri en önemli iş pazarı. 2000 yılında 83 projenin 59’u 2001 yılında da 71 projenin 52’si bu ülkelerden elde edilimiş. Elbette Türki cumhuriyetler önemli bir pazar. Ancak inşaatçılarımız daha çok Rusya’da iş alıyorlar. Ruslarla ilişkilerimizin neden gelişmesi gerektiği de böylece ortaya çıkıyor. Oysa, biz ülkemiz içindeki teröristlerin Rusya tarafından desteklendiği kanısındayız. Ruslar da kendi içlerinde terörist nitelediği kesimlerin Türkiye tarafından desteklendiği iddiasında. Özetle aramızdaki ilişkilerde sıkıntılar, gerginlikler bulunuyor.
Şöyle bir geleceğimize bakalım; tekstilde Pakistan’la, Tayland’la yarışırken, televizyon, buzdolabı, otomobilde gelişmiş ülkelerle rekabet ederek onlara mal satıyoruz. Hem de yüksek katma değer yaratarak. İnşaat da aynı niteliği gösteriyor. Ya devlet ne yapıyor? O da bırakınız iş almamıza yardım etmeyi, bizim iş alacağımız, hatta aldığımız coğrafyada sorun çıkararak veya en azından çözmeyerek engel oluyor!
Başka sorunlar da var; mesela iş almak için taahhüt bonosu, yani teminat alınamıyor. Oysa bu konuda da devletin sağlayabileceği birçok kolaylık var. Sadece Londra’daki piyasalara uzanabilmek yeterli... Bir başka sorun; yurtdışına taşınan işçiler için hem burada, hem de orada sigorta primi ödenmesi. İnşaatçılar bundan çok şikayetçi... Ayrıca, finansman maliyetleri çok yüksek. Kaldı ki pek kredi de bulunmuyor.
İşin özeti şu: Gurbet ellerde iş almak için çırpınan müteahhitlerimiz artık iş alamıyor, içeriye dönüyorlar. Ancak içerisi daha kesat. Yüksek faiz, nitelikli işgücü sorunu, maliyenin yarattığı sıkıntılar arasında inşaatçılar kıvranıp duruyor. Kısacası, bizim inşaatçılar artık zorda.