Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Dün toplanan Avrupa Birliği (AB) Kopenhag zirvesi tarihi toplantılardan biriydi. Artık dünyanın en güçlü devletler topluluğu daha da genişliyor. Böylece on ülke (Estonya, Latviya, Litvanya, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Slovenya, Kıbrıs ve Malta) 2004 yılı mayısında AB’ye tam üye olacaklar. Geride Romanya ve Bulgaristan var. Onlar da 2007’ye dek AB’ye tam üye olacaklar. Ancak diğer Balkan ülkelerinin kaderi şimdilik tam olarak belli değil.
Bu on ülke için 40,5 milyar euroluk bir bütçe ayrılmış durumda. Bu meblağ, bu ülkelerin uyumu için, 2004 ve 2006 yılları arasında harcanacak. Fakat rakam 1999’da ayrılandan 2 milyar daha az. Gerçi o tarihte AB 6 üye daha genişlemişti, şimdi ise 10.
AB bütçesinin büyük kısmı, AB’nin adeta patronu konumunda olan, Almanya tarafından karşılanıyor. Bu ara Avrupa’da, özellikle Almanya’da, bir durgunluğun yaşandığı da malum. Ve üye ülkeler artık daha fazla bütçe fedakarlığında bulunmak istemiyor.
Buna rağmen, Slovakya ve Estonya AB ile müzakereleri tamamladı bile. Polonya ise en sorunlu görünen ülke. Zaten en direnç gören aday da Polonya olmuştu. Çünkü adaylar içinde Polonya en tarımsal ağırlıklı olanı. Nüfusun yüzde 20’den fazlası tarımda çalışıyor. Ve tarım bir hayli subvanse ediliyor. Kısacası, Polonya yeterlilik sağlamıyor. Ve müzakerelerde uzlaşmaya yanaşmazsa 2007’den önce üye alınması olası değil.
Gelelim AB’nin büyük belalısı Türkiye’ye. Türkiye’nin durumu Polonya’dan da ağır. Nitekim, önceki gün The Economist dergisinin sitesinde yer alan bir makalede aynen şöyle deniyordu; "Polonya gibi, Türkiye de zirvede sert müzakerelerle karşılaşacak. AB’nin Dışişleri Bakanları müzakerelere başlamak için 2005 yılının temmuzunu bir ön tarih olarak "Müslüman bir millete" vermeyi kararlaştırdılar. Bu koşul ise, Türkiye’nin 2004 sonuna dek insan hakları konusundaki performansına bağlı."
Dikkat ediniz, Türkiye’yi geçen hafta kapağa kadar yükselten ve "Türkiye Avrupa’ya aittir" diye başlık atan dergi "Müslüman bir millet" kavramını kullanıyor. Oysa bu yaklaşım pek doğru değil. Medeniyetler çatışması olmasın diye Müslüman toplumlu bir ülkenin AB’ye alınmasını savunmak yerine, Batılılaşmada yeterince mesafe almış, AB’ye kolayca uyum gösterebilecek bir ülkenin dışarıda kalmamasını savunmak daha doğrudur.
Türkiye’nin AB’ye katılımında en büyük destek ise ABD’den geliyor. ABD Başkanı Bush sürekli Avrupa liderlerini doğrudan arayarak Türkiye’nin önünün açılmasını istiyor. Tabii bu çabanın bir temeli var. Bu da Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolünden kaynaklanıyor. Irak sorunu olmasaydı belki bu destek gelmeyecekti. Bu aşamada en büyük engel ise Kıbrıs. AB Kıbrıs’ın, haklı olarak tek parça halinde üye olmasını istiyor. Ancak burada iki taraf da yapıcı olmaktan uzak görünüyor.
İşin can alıcı noktası ise şurada; AB zengin bir Hıristiyan kulübü mü olacak? Yoksa bir uygarlık örneği mi? İkincisiyse, üyelikte rakamsal sınır olmamalı! 15 üye değil, 30 olsa ne yazar?

Not: Dünkü yazımızda başlık "İhracatta büyüme" olarak çıkmıştır. Doğrusu, "İhracatla büyüme" olacaktır. Düzeltir, özür dileriz.