Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


IMF (Uluslararası Para Fonu) II. Dünya Savaşı sonrası kurulmuş bir kurum. Aslında, pek bilinmese de, organik bakımdan Birleşmiş Milletler’e bağlı. Yani dünyanın tüm ülkelerinin oy hakkının olduğu bir kurum. Ancak burada oy hakkı Birleşmiş Milletler’de olduğu gibi eşit değil. Üye ülke ne kadar zenginse o kadar oy hakkı var. Örneğin ABD’nin yüzde 17, Japonya ve Almanya’nın yüzde 6’şar, Fransa ve İngiltere’nin yüzde 5’ere yakın. Bu beş ülke oyların yüzde 40’ını oluşturuyor. Türkiye’nin ise neredeyse yüzde 0.45. Böyle olunca IMF’de gelişmiş ülkelerin borusu ötüyor.
IMF’nin resmi görevi borçlu ülkelerin sıkıntılarını gidermek. Yahut da bir ülke ödemeler dengesi sorunları yaşarsa imdada koşmak. Gerçi 1970’li yıllarda IMF enflasyonu yenmek için programlar düzenledi. Ama çoğunda pek başarılı olamadı.
1980’li yıllara dek önerdiği programlar toplumsal ve siyasal maliyetleri nedeniyle sert biçimde eleştirilmişti. Aslına bakarsanız gelişmekte olan ülkelerde IMF demek; daralan ekonomi ve işsizlik anlamına geliyor. Halk o ülkelerde IMF’ye iyi gözle bakmıyor. Emekçi sınıf IMF’yi borç para veren bir zalim gibi görüyor. Mesela Malezya krize girdiğinde IMF’yi kovmuştu. Ve şimdi Malezya daha iyi durumda görünüyor.
Aslında 1980’li yıllarda tam IMF bu bozuk görüntüsünü değiştirmeye çalışıyordu ki, Asya krizi patladı. Karizmayı büsbütün çizdirdi! Çünkü Asya kaplanları IMF’nin gözbebeğiydi. Birçok Latin Amerika ülkesine onları örnek gösteriyordu. Kaplanlar kedileşince IMF de insan içine çıkamaz oldu. Bunun akabinde Rusya’da kriz çıkınca, IMF de itibarını kurtarmak için paraları boca etmeye başladı. Ancak oluk oluk akan paralar çökmüş Rus bankacılık sisteminde heba oldu. Sonuç ilk önce hüsrandı.
Asya krizi IMF için bir dönüm noktası oldu. Hele hele Rusya deneyimi bunun üstüne turp suyu sıktı. IMF’nin ülkelerin özel koşullarını iyi izlemediği artık aşikardı. ABD’de bile sert eleştiriler başlamıştı. IMF’nin bir danışmanlık ve izleme kurumu olması savunuluyordu. IMF de iki elinin arasına başını alarak düşünmeye başladı. Asya krizinde mali sektörde doğru dürüst reform yapılmadan hiçbir politikanın uygulanamayacağı gerçeğini IMF görmüştü. IMF’nin artık krize giren ülkelere değil, kriz oluşmadan yardım etmesi isteniyordu. IMF’ye göre krizler cari işlemler açığında ortaya çıkıyordu. Dövize hücum oluşuyor, zayıf olan mali sistem çöküyordu. Yani ya cari işlemler düzeltilmeliydi, ya da mali sistem reforme edilmeliydi. Yahut da her ikisi.
Bu arada Türkiye’de yeni bir istikrar programı başlatılmıştı. Program başlarken bu düsturların bazıları baştan istendi. Ama katı olunmadı. Ancak Rusya’nın ardından Türkiye de çöktü. Ardından da Arjantin. Hepsinin altında IMF imzası bulunuyordu. Şimdi ise yeniden Türkiye’ye paralar boca ediliyor. Ama müthiş bir disiplinle. Hangi ülkede ne eksik kaldı ise onların hepsi Türkiye’de yaptırılıyor.
Özetle, IMF’nin Türkiye’ye verdiği paralar sadece jeo - politik konumumuz veya NATO üyeliğimiz nedeniyle değil. Türkiye’de uygulanan program başarılı olursa IMF’nin de karizmasını kurtaracak. Tabir uygunsa uygulanan program hem Türkiye’yi, hem de IMF’yi düze çıkaracak.