Kopenhag zirvesine üç gün kaldı. Ancak Türkiye’yi ilgilendiren karar açıklandı bile: "Tarihe tarih". Hatta daha da temkinlisi; 2004’e dek izleyelim, 2005’te müzakereye başlayalım. O arada ne olacaksa?!
Mamafih, Türkiye diplomasi tarihinin belki en sıkı tam saha presini uygulamayı sürdürüyor. 2003 içinde müzakere tarihi almak için adeta didiniyor. TürkiyeÔnin bu müthiş performansı gerçekten övülmeye değer. Tabii AB’nin takındığı dirençli tavır da yerilmeye! Çünkü yıllardır AB ülkeleri tam üyeliği adeta bir manivela gibi çok kullandılar. Şimdi kaytarmaları ise tam bir etik sorun.
Ancak, bu kaytarmanın nedenlerini de iyi belirlemek gerekiyor. Görüldüğü kadarıyla Türkiye’nin tam üye olmasına temel engel Almanya’dan kaynaklanıyor. Oysa Almanya’yı tarih içinde kendimize en yakın Batılı ülke sanırdık. Özellikle Danimarka ve Hollanda gibi bazı kuzey ülkeleri de buna katılıyor.
Bu ülkelerin bazı ortak özellikleri, kaygıları var;
Birincisi, bu ülkeler AB’nin en gelişmiş ülkeleri. İspanya ve Portekiz de AB’ye katılırken pek sıcak bakmamışlardı. Çünkü genişleme politikasıyla yeni üye ülkeler ciddi mali yardımlar gerektiriyor. Bu da diğer ülkelerin bütçelerini zorluyor. Üstelik, Türkiye kişi başına gelir bakımından en fakir aday ülke. Bununla beraber, Gümrük Birliği dolayısıyla yapılması gereken mali yardımlar hala insan hakları bahaneleriyle bekletiliyor.
İkincisi, Almanya, nüfusu ve ekonomisi bakımından AB’nin patronu konumunda. Avrupa Parlamentosu’nda nüfus esas olduğundan, Türkiye ciddi bir sayıyla temsil hakkı bulacak. Bu da arzu edilmeyen bir durum. Ancak AB’de güçlü olan Parlamento değil. En azından şimdilik. Başbakanların katıldığı zirve daha kritik bir role sahip.
Üçüncüsü, bu ülkelerde önemli boyutta Türk kökenli nüfus bulunuyor. Nüfus artışı da daha yüksek. Giderek de seçme ve seçilme hakkını kazanıyorlar. Tam üyeliğin hemen sağlanmasıyla hepsi seçme (ve seçilme!) hakkına kavuşacak. Ve bu TürkiyeÔyi çok etkin bir konuma ulaştıracak.
Nihayet, birçok Avrupa ülkesi Türkiye’yi diğer adaylardan ayırıyor. İtiraf etmeliyiz ki, bu fark Türk halkının Müslüman oluşundan kaynaklanıyor. Ancak AB uygarlıklar çatışması, yerine uzlaşma arıyorsa fırsat ortadadır. Nijerya’daki kanlı olaylardan sonra, önceki gün Londra’da Türk kızının dünya güzeli seçilmesiyle bu uzlaşma arayışı gerçekleştirilemez.
Bu arada İngiltere Dışişleri Bakanı’nın aniden Türkiye ziyareti çok anlamlı. İngiltere dış politikada önemli özellikleri olan bir ülkedir. Diplomaside çok usta olmasının yanı sıra, Avrupa’nın en sadık ABD yanlısı ülkesidir. Ayrıca, giderek AB içinde (Fransa ve Almanya’dan sonra) üçüncü bir güç olarak belirmektedir.
Türkiye AB için pres yapadursun, ABD de Türkiye’ye olası Irak operasyonunda eşgüdüm için tam saha pres yapıyor. Ancak ABD diğer taraftan da (özellikle Almanya’ya) Türkiye’nin AB’ye alınması konusunda baskı uyguluyor. Açıkçası hem ABD’nin, hem de Türkiye’nin baskıları gayet etkili olduğu gözleniyor. Ancak Irak operasyonu olmasaydı, acaba ABD Türkiye’ye bu desteği verir miydi, bilemeyiz. Fakat bir de Kıbrıs çözüm rayına oturursa, 2003 yılı için bir müzakere randevusu alınabilir. Kolay değil tabii. Ama neden olmasın?