Türkiye bir borç batağında. Son verilere göre kamunun 130 katrilyon iç borcu var. Bu 85 milyar dolar demek oluyor. 55 milyar dolar da dış borç eklendiğinde devletin borçları toplam 140 milyar doları buluyor. Yani milli gelirin neredeyse yüzde 78’i.
Türkiye milli gelire oranla en yüklü borca sahip devletlerden biri. Uygulanan politikaların da çözmeye çalıştığı bu. İçinde bulunduğumuz borç batağından çıkmak için dört yöntem bulunuyor; birincisi, borcun büyümesini önlemek, yani borcun katlanmasına neden olan faizlerin düşmesi, gerekiyor. Oysa, şu anda faizler yine çok yüksek. Siyasal belirsizlikler, yahut da güvensizlik faizlerin düşmesini engelliyor. İkincisi, eldeki nakit - dışı varlıkların azaltılarak hemen nakde çevrilmesi önemli bir kolaylık sağlıyor. Bunun da en bilinen yolu özelleştirme. Ancak yıllardır özelleştirmede performans (şu veya bu nedenle) gayet yetersiz kalıyor... Son önlem ise ciddi bir bütçe disiplininin uygulanması. Böylece yaratılan faiz - dışı fazla ile borç ödenebiliyor. Bütün bunlar borcu azaltmak için. Nihayet bir de ekonominin büyümesi gerekiyor, ki borcun gelire oranı düşsün. Buradaki son veriler ise umut verici.
Bütün bunlar teknik olarak uygulanması gerekenler. Ancak asıl yanıtlanması gereken soru bu denli borcun nereden ortaya çıktığı. İşte bunu yanıtlamadan kalıcı olarak borç sorunu çözülemez.
Türk siyasetinin üç illeti
Malum, borçlanma gelirden fazla gider varsa ortaya çıkar. Aşırı nüfus artışı ve göç nedeniyle kentlerde biriken nüfusun daha fazla hizmet gerektirdiğini biliyoruz. Oysa kaynaklarımız yetersiz. Bu nedenle siyasal karar verici borçlanma yoluna gidiyor. Borçlanma mevcut durumdakilere rahat sağlasa da, daha sonrakilerin ödemesini gerektiriyor. Yani bedeli hovardalığı yapanların çocukları ödüyor. Buna da popülizm deniyor. Çünkü ekonomide bedava hiçbir şey yok.
Türk siyasetinin ikinci illeti ise nepotizmadır. Nepotizma kayırmak anlamına geliyor. Tanıdığınızın oğlu işsizdir, ya da komşunuzun yeğeninin tayini vardır, ya da akrabanız hastadır. Bunlara yardımcı olup öncelik sağlarsınız. Ancak bu aynı zamanda başkalarının hakkının yenmesi anlamına gelir. İlk başlarda masumane gözüken bu tavır, zamanla yakınlarına ihale vermeye kadar gider. Özetle kaynaklar kötüye kullanılmış olur. En layık olan değil, en yakın olan hak kazanır.
Tabii bir başka illet daha var; letarjizm. Yani lakaytlık, umursamazlık. Ortada sorun vardır, ama ilgilenen yoktur. Daha sonraki kuşaklara bırakılır. Çünkü çözüm acılıdır, sancılıdır. Kimse elini taşın altına sokmak istemez. Ve sorunlar da ortada kalır.
İşte bu kadar iç borcun nereden geldiğinin yanıtı!.. Bu denli iç borç elbette yanlış politikalardan kaynaklandı. Ama asıl önemlisi o yanlış politikalar yanlış siyasi zihniyetlerden kaynaklandı. Zihniyet değişmedikçe de yapılan her reform geçici kalacaktır. Kısacası, üç illetten kurtulmamız gerekiyor.
Pekiyi bu seçimlerde halk tepkiyle mi, umutla mı oy kullanacak? Ne yazık ki, değişen bir şey yok. Tepkiyle oy kullanacak. İşin üzücü yanı da bu.