Bugün 21 Şubat. Krizin yıldönümü. Bir yıldır dalgalı kurla yatıp kalkıyoruz. Oysa 21 Şubat’ta uygulamaya konulan sadece dalgalı kur rejimi değil, başlı başına yeni bir programdı. Bir sürü yeni reform yürürlüğe konuldu. Gerçi bunlar yeterince tartışılmadı, ekonomi yönetimi de reformları yeterince aydınlatmadı, ama yaşamsal derecede önemli değişimler getirdi.
Reformlar iki alana yönelmiş durumda. Birisi bankacılık, diğeri de kamuda dengelerin sağlanması. Bize kalırsa kamuda dengelerin sağlanması konusunda son derece başarılı bir yıl geçti. Krize ve küçülmeye rağmen harcamalar disiplin altına alındı. Vergi gelirleri dolaylı vergilerle sağlandı. Üstelik bu dengenin korunması için bir dizi de yapısal önlem alındı. Geçtiğimiz yıla baktığımızda onca olumsuz koşullara rağmen, borç sorunu yaşanmadı. Türkiye tüm dış borçlarını tıkır tıkır ödedi.
Bankacılık alanına gelince. Kamu kesiminde mali yapının düzeltilmesi tamamlanmak üzere. Ancak maliyetlerin düşürülmesi ve hizmet kalitesinin artması konusunda ise daha çok yol var. Özel bankacılık alanında da durum hala parlak değil. Burada ciddi bir yoğunlaşma gerekiyor. Ama ne yazık ki, bu başlatılamadı. Durgunluk sürerse çoğu verimsiz küçük ölçekli banka sıkıntıya girebilir.
Kuşkusuz programın en önemli amacı ihracat - öncü büyüme. Gerçekten de gelişmiş ülkelerin hemen hepsi ihracatçı. Ancak kalıcı büyüme aynı zamanda fiyat istikrarı gerektiriyor. Bu nedenle ihracatla fiyat istikrarı arasında kur politikası çatışması gözleniyor. Sürekli iç talep frenlenmesiyle ihracatın teşviki büyümeyi öldürmekte, sürekli devalüasyon da fiyat dengelerine zarar vermekte. Özetle işler biraz çetrefil.
Geçtiğimiz dönemin en çarpıcı yönü ekonomik daralmaydı. Bu krizlerin bilinen özelliği. Üstelik her kriz toparlanma ile sonuçlanmıyor. Bazen durgunluklar da kriz sonrasının temel özelliği olabiliyor. Bu nedenle de bu yıl büyümenin kaynağı ile yönünün doğru tanımlanması gerekiyor.
Geçen yıl ithalat çöktü. Ve bu daralmadan kaynaklandı. Bir süre daha da sürecek gibi. İhracattaki artış da temkinli karşılanmalı. Çünkü ihracattaki artışın büyük kısmı iç piyasaların çökmesiyle oluştu. Canlanma başlarsa ihracat da tökezleyebilir.
Enflasyona gelince. Daralma ve küçülme ile birlikte hiperenflasyon oluşmadı. Gerçekten bu konuda IMF yardımlarının rolü büyük oldu. Aksi takdirde borç çevrilemeyecek monetize edilecek ve enflasyon patlayacaktı. Devalüasyonun geçici enflasyon etkisiyle (pass - through) durum atlatıldı.
Tarımda henüz hiçbir reform gerçekleşmemiş görünüyor. Verimsizlikler ve popülist anlayış ortadan kalkmış değil. Öte yandan, reel sektörün nasıl toparlanacağı konusunda somut herhangi bir adım gözlenmiyor. Ne İstanbul yaklaşımı, ne Aktif Yönetim Şirketi, ne de bankalara sermaye desteği yoluyla reel sektörün yaralarının sarılması başlatılmış değil. Bunlar da kaygı uyandırıyor.
Ancak o koca kabuslu dönemi atlatmış görünüyoruz. Neydi o hummalı yaz ayları. Neydi o Telekom krizleri! Hedef doğru. İhracat da şimdiye dek arttı. Ancak büyüme yerinde sayıyor. İşin kötüsü; ihracatta doyum başlar ve canlanma olmazsa program sıkıntıya girebilir.