Bu sütunun yazarının asli görevi bilim adamlığıdır. Bu gözlükle içinde bulunduğumuz curcunada okuyucularımızı aydınlatmaya çalışıyoruz. Israrla siyasal yorumlardan da kaçınıyoruz. Çünkü biliyoruz ki, Ankara'da siyasal kaygılar zaten ekonomik sorunların önüne geçmiş durumda. Türlü yorum da aldı başını gitti. Çünkü önüne gelen bir demeç veriyor. Sağ olsun bazı gazeteler de işi büyütmekten geri kalmıyor. Oysa programın gerektirdiği tüm reformlar tamamlandı. Buna rağmen güven sağlanamıyor. Bu da Ankara'nın, yani koalisyon liderlerinin, adım atmasını gerektiriyor.
Dün dolar 1.500.000 TL'ye dayandı. Merkez Bankası'nın faizi yükseltmesi (bazı eski bürokrat yazarların arzuladığı üzere) hiç de işe yaramadı. Ekonomik alandaki söylentiler de had safhada. İş adeta çığırından çıktı. Kapı köşelerinde (özellikle yabancı bankalara para yollanabilmesi için) iç borçla ilgili söylentiler üretiliyor... O tutmasa başkası deneniyor. Mesela Hazine'nin bu boyuttaki bir iç borcu çeviremeyeceği söyleniyor. (Nitekim dünkü ihalede Hazine'nin faizleri tutturma ısrarı borçlanma sorunu izlenimi verdi.) Ancak iç borcun çevrileceği rakamla toplam stokun karıştırılmaması gerekiyor. Üstelik ciddi bir IMF desteği ve bütçe tasarrufu ile hareket ediliyor. (Devalüasyonla da bu para artıyor) (yani o kadar paraya gerek yok), denildiğinde buna da komik kaçan yanıt hazır: "Daha kötü ya, hepsini çekmeyecek, piyasada kalacak, o da dövize gidecek" diyorlar. Yani herhalde başarısızlığa kılıf arıyorlar.
Dövizle ilgili ciddi bir fobi yaşanıyor. Çılgınlık arttı ve dövize talep artarken, satış gerçekleşmiyor. Bazı yabancı bankalar da özellikle tasarrufçuyu dövize yönlendiriyorlar. Şimdiye dek başarılı da oldular. Alanlar kazandı. Ekonomide Ponzi oyununu bilmeyenlere anlatalım: İlk alanlar kazanır. Bu arada daha da artacağı pompalanır. Ta ki en son alana kadar. O sırada birileri bunun çok pahalı olduğunu söyler. Sonra birden çöküş başlar. Satıcılar fazladır. Alıcılar bulunmaz. Bu çeşitli ülke deneyimlerinde de gerçekleşti. Bizim gibi dalganan kura geçen ülkelerde ilk önce hızlı bir devalüasyon oluştu. Sonra hızlandı ve en sonunda tekrar ulusal para değeri kazandı. Burada bilinmeyen hangi kurun fahiş olduğu ve hangi noktadan geri geleceği.
Brezilya'da Ocak 1999'da kur dalgalanmaya bırakıldı ve ilk önce yüzde 40 devalüasyon oldu. Sonra hızlandı. Yüzde 80 oldu. En sonunda olan oldu ve yüzde 40'a düştü. Yani kur geri geldi. Tayland'da keza öyle. İlk tur yüzde 39, sonra yüzde 94'e varan devalüasyon, tekrar geri geliş ve yüzde 44 ile bitiş. Rusya'da yüzde 198'e varan devalüasyon sonunda yüzde 130'a düştü. Kore de benzer bir örnek. İlk önce yüzde 84'e varan devalüasyon sonra artarak devam etti ve yüzde 115'e vardı. Ama tekrar geri geldi ve ilk noktasının da altına düşdü. Toplam devalüasyon yüzde 50 oldu.
Türkiye'ye gelince... Şimdi 2000 yılı sonundaki kurun yüzde 10 değil, yüzde 20 değerli olduğu varsayımıyla hareket edelim. Yani kur yıl başında 810.000 TL olmalıydı. Bu yıl hükümet yüzde 57'lik bir toptan eşya artışı öngördüğüne göre yıl sonunda kurun 1.272.000 TL olması beklenmelidir. Ama işler bu kadar iyi olmaz, bu enflasyon hedefi tutmazsa, mesela yüzde 69 olursa (ki bizim tahminimiz de bu düzeydedir) yıl sonunda kur 1.370.000 TL olacaktır. Yeniden hatırlatalım, yıl sonunda. Özetle, bu düzeylere çıkan bir kur varsa ya geri gelecektir ya da uzun süre sabit kalacaktır. Bu enflasyon yaklaşımıdır.
Gelelim diğer yaklaşım olan döviz dengelerine... Döviz gelirleri giderlerinden fazla ise mesele yoktur. Kur değerlenecektir. Geçen yıl ödemeler dengesinin cari hesapları (yani net döviz gelir - gider hesabı) 10 milyar dolar açık vermişti. Bu yıl bu hesabın en az 7, belki de 9 milyar dolar fazlalık vereceği biliniyor. Yani geçen yıla göre bu yıl döviz bol. Hatta çok bol. Üstelik geçen yıl sermaye hareketlerinden 10 milyar dolar girmişti. Bu yıl bu kaçtı. Ama yerine 17 milyar dolar IMF'den para geliyor ve doğrudan yabancı sermaye geçen yıl 100 milyon dolarken, bu yıl tam 20 kat artması bekleniyor! Bu ara alıcı var, satıcı az. Ama bundan sonra satıcı da çoğalacaktır. Şimdiden hatırlatalım.
Çözüm ise, halkta değil, çünkü halk panikte değil. Çözüm hareket etmeyen Ankara'da.