Önceki yıl IMF, yıllık toplantılarını Washington’a alma kararı vermişti. 11 Eylül’de New York’da ikiz kuleler saldırıya uğramasaydı, eylül sonunda Washington’da IMF ve Dünya Bankası’nın ortak yıllık toplantısı yapılacaktı. Bu iptal, küreselleşme karşıtlarının olağan protestolarını da suya düşürdü. En azından şimdilik. Önceki hafta The Economist dergisinde bu eleştirileri yanıtlayan bir araştırma yayımlandı. Özetleyelim;
ABD’nin 2000 yılında 1,2 trilyon dolarlık doğrudan yabancı sermaye yatırımından düşük gelirli ülkeler yüzde 1 oranında, gelişmekte olan ülkeler ise yüzde 18 oranında yararlanabilmiş. Yani zengin zengine yatırım yapıyor.
ABD dış ticaretinin yüzde 1’ini düşük gelirli ülkelerle yapıyor. Yüzde 80’ini ise diğer gelişmiş ülkelerle yapıyor. Yani zengin zenginle ticaret yapıyor. Küreselleşme yanlıları bu durumu fakir ülkelerin teknolojik geriliğine ve zaten düşük gelirli olduğundan ticaret yapacak mallarının bulunmamasına bağlıyor. Olabilir. Ama bunu değiştirmeye yönelik bir irade var mı?
Makale küreselleşmenin işçileri yoksullaştırmadığını savunuyor. Çokuluslu şirketler gelişmiş ülkelerde diğer yerli firmalara göre yüzde 50 daha fazla ücret öderken, azgelişmiş ülkelerde 2 kat fazla ücret ödediğini belirtiyor. Doğru. Ancak çokuluslu şirketlerin çalışanları yerlilerle aynı nitelikte mi? Elbette çok daha yüksek. Demek ki, zengin yüksek nitelikliyi tercih ediyor.
Küreselleşmenin gelişmekte olan ülkeleri desteklemediği, fakiri daha fakir ettiği tezi hâlâ geçerli. 11 Eylül saldırısından sonra London School of Economics’in bilinen ismi Prof. John Gray’in küreselleşme sürecinin sonuna gelindiğini iddiasının da doğru olmadığı kanısındayız. Küreselleşme sürecek görünüyor. Ancak tüm olumsuz etkilerine rağmen, ona esir olamayan, aksine bu süreci kullanabilenlere de yarar sağlayacak. Ladin’i de abartmayalım: tarihte bu denli büyük değişim yapacak kadar önemli bir eylemde bulunmadı.
Her doğru politika her zaman başarılı sonuç vermez. Yanlış zamanda uygulanırsa çok olumsuz sonuçlar bile verebilir. Kısacası koşullar çok önemlidir. Son günlerde hükümete vergi indirimleri konusunda yoğun baskı yapılıyor. Tez; temel olarak KDV oranlarının düşürülmesiyle ekonomik canlanmanın oluşacağı yönünde. Dün Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz da bu konuya olumlu baktıklarını açıkladı.
Bundan aylar önce Koç Holding Tüketim Grubu Başkanı ve değerli yönetici Cengiz Solakoğlu CNBCE’deki programımda konuktu. Solakoğlu KDV’nin geçici olarak ve tüm mallarda düşürülmesini savunuyordu. Diyordu ki; "Tüketilmeyen malın KDV’si olmaz. Kaldırın daha iyi." şimdi bazı maliyeciler de bunu savunur oldu. Gerçi KDV’nin geçici mi, kalıcı mı düşürüleceği konusunda net bir istem yok. Farklı farklı sesler var. Geçici düşüş savı, tüketicilerin vergiler tekrar yükselmeden hemen satın almaya başlaması ve durgunluğun önünün açılması mantığına dayanıyor. Burada büyük özen gerekiyor, çünkü bu talebin uzun süre karşılanmaması tüketimi büsbütün kilitleyebilir. Ve ne yazıktır ki, artık beklenti ortalığa dökülmüştür, tüketim de olumsuz etkilenmektedir!
Kalıcı KDV indirimlerine gelince. Gerçekten ülkemizde dolaylı vergilerin oranları çok yüksektir. Bunun düşmesinde iki bakımdan yarar bulunmaktadır. İlki, bilinen teorik gerçektir; bu tür vergiler sosyal adaleti bozarlar. Çünkü herkesten eşit vergi almak adil değildir. Fakiri var, zengini var. Harcamayla orantılı olmasına gelince: nihayetinde ödenen KDV miktarı ile gelir oranlanırsa dargelirlinin çok daha fazla ödediği görülür. Kaldı ki, bu tür vergiler ciddi kayıt dışı alışverişe neden olabilmektedir. Şikâyetler de buradan kaynaklanmaktadır.
İşler o kadar da basit değil
Ancaak... işler bu kadar basit olsaydı, mesele kalmazdı. Dolaylı vergilerin tahsilatı kolay ve maliyetsizdir. Bütün gelişmiş ülkelerde de giderek bu tür vergiler yaygınlaşmaktadır. Bir de ekonomik konjonktürle dolaylı vergiler arasındaki ilişkinin daha zayıf olduğunu belirtelim. Çünkü tüketim harcamaları herhalükarda belli bir düzeyin altına inemez. Oysa gelire dayalı vergilerde azalışlar çok daha fazla olur. Bu nedenle 2001 yılında ekonomi müthiş bir daralma gösterirken vergi tahsilatında hiç de sanılan hüsran oluşmadı.
Yukarıdaki grafikte ocaktan bu yana, bir önceki yılın (2000 yılının) aynı ayına göre, oransal vergi artışları gösteriliyor. Mart ayında geçen yıla göre birden bire düşen KDV gelirleri, daha sonra her ay yükselme göstermekte. Tabii bunun bir nedeni de oranların artırılması. ATV’de (Akaryakıt Tüketim Vergisi) ise net azalışlar yerini sürekli artışlara bırakmış görünüyor. Temmuz itibariyle ise reel artışlar söz konusu.
Sürekli azalma eğilimi gösteren tek vergi Taşıt Alım Vergisi’dir (TAV). Dolaylı vergiler içinde küçük bir kalem olan TAV, krizden bu yana her ay, geçen yıla göre, nominal (TL) değerlerle ortalama yüzde 40 kadar tahsilat kaybına uğramıştır. Geçenlerde bu konuda Maliye, Hazine’nin onayıyla vergi indirimine giderek bir sınamada bulunmuş bulunuyor. Eğer, gerçekten, satışlar artarsa, başarı sağlanmış olacak. Ancak, zararına satışlar hala sürdüğünden, bu indirim fiyatlara yansımamakta, sadece zararlar azalmaktadır.
Neden özen gerek?
Dolaylı vergiler düşürülürse vergi hasılatında ciddi düşüşler meydana gelebilir. Ancak son aylardaki canlanmanın hasılat eğilimini tersine çevirdiği takdirde de, vergi indirimlerinin canlanma getirdiği iddia edilmemelidir.
Dolaylı vergilerde indirimlerle satışlar canlansaydı, zaten piyasalarda çok ciddi indirimler söz konusu. Özel bir etki beklemek biraz hayal gibi geliyor.
Ülkemizde mal satın alınmaması maldan mala değişmektedir. Dayanıksız tüketim mallarında sorun daha azdır. Bu takdirde indirimleri bu alanlara yöneltmek hatalı olabilir.
Vergi indirimlerinin etkili olabilmesi için fiyat esnekliklerinin hesaplanması gerekir. Otomotivde vergi indirimleri fiyatları aşağı çekmemiş, dolayısıyla da talep üzerinde etkili olmamıştır. Kaldı ki, bugün tüketimin kilitlenmesinin temel nedeni fiyatlar değildir. Zaten satışlar zararına yapılmaktadır. Tüketim durgunluğu güvenin sarsılmasından kaynaklanmaktadır. Bu konuda vergilerle sağlanabilecek tek motivasyon, toplu olarak, çok sınırlı nitelikteki vergi indirimleridir. Bunun bitiş tarihi de çok uzatılmamalı ve önceden de açıklanmalıdır.
Ülkemizde şu anda vergilerin yüzde 65,8’i dolaylı vergilerden toplanmaktadır. Geçen yıl bu yüzde 58,1’di. şimdi dolaylı vergiler düşer ve bütçe tutmazsa, bu yüklü iç borçla halimiz ne olur, bir düşünsek iyi olur.
Unutmayalım; harcama savurganlığı kadar vergiden vazgeçmek de bir çeşit popülizmdir. Yine de belirtelim; sorun vergi oranlarının yüksekliğinde değil, güvenin sağlanamamasındadır. Oranlar iner, tüketim artmazsa vergi geliri daha da düşer ve işte o zaman işler büsbütün sarpa sarar. Ekonomi yönetimini uyarmakta yarar var.