Mali krizler kurumları derinden sarsıyor. Kriz sonraları bir taraftan doğal toparlanma süreciyle, diğer taraftan da iradi kararlarla kurumlar yapı değiştiriyor. Genellikle de küçülme yönünde bir değişim oluyor. Hem kriz kurumların boyutunu küçültüyor, hem de kriz sonrası acil tedbir küçülme oluyor. Böylece daha dinamik bir ölçüte kavuşuluyor.
İki ay önce IMF’nin kıdemli ekonomistlerinden Mark Stone bir çalışma yayımladı. (Kurumsal Sektörün Yeniden Yapılanması: Kriz zamanlarında devletin rolü). Çalışma adeta yaz başında ülkemizde yapılan tartışmaları dile getiriyor. Malum bankalara sermaye konulma süreci başladığında sert eleştiriler olmuş, biz de karşı çıkmıştık. Paranın bankalara değil, doğrudan işletmelere verilmesini savunanlar vardı. Olacak iş değildi tabii.
Stoneu’un çalışması uluslararası deneyimin bize benzediğini gösteriyor. Mali sektörü reel sektörden ayrı düşünmek olanaksız. Kamuyu da özelden. Özellikle kriz sonraları kamuya büyük görevler düşüyor: Devletin gerek borçlu ile banka arasında, gerekse bankalar arasında aracılık yapması gerekiyor. Bunun en bilinen örneği de Londra Yaklaşımı. İkincisi, devlet bazen mali kaynak koyarak, bazen de sigorta sağlayarak (yani kefil olarak) yardım edebiliyor. Üçüncüsü, bankalara sermaye eklenmesi. Bankaların sermaye sıkıntısı kalmayınca kredi verebilme olanakları artıyor. Böylece reel sektörde toparlanma hızlanıyor. Dördüncüsü, aktif yönetim kurumları. Borçların satın alındığı, böylece bankaların rahatlatıldığı bu sistemle reel sektör de rahatlıyor. Endonezya, Kore ve Malezya’da bu tür kurumların milli gelirin en az yüzde 10’u, en fazla da yüzde 35’i kadar borcu devraldıkları biliniyor. Tabi tüm bu işlerin bir de direktörünün olması gerekiyor. Ve burada zamanlama çok önemli. Önlemler zamanında alınmazsa işin anlamı da yitiriliyor.
Ancak bu süreçlerde üç önemli nokta bulunuyor: Birincisi, yeniden yapılanma süreçlerinde hukuk engel oluşturabiliyor. Bu nedenle İcra ve İflas Yasası’nda, Ticaret Yasası’nda tahsilata, birleşme ile satın almaya ilişkin maddelerin kolaylaştırılması gerekiyor. İkincisi, yönetişim konusunda, özellikle özel sektörde, ciddi adımların atılması gerekiyor. Şeffaflık sağlanmadan bunların hiçbiri olanaklı değil. Ve tabii üçüncüsü de, devlet krizlerde gerek bankalara el koyarak, gerek sermaye koyarak, büyümüş oluyor. Kriz atlatılınca da tekrar küçülmesi gerekiyor.
Aktarılan bu sistem bir IMF şablonu. IMF bunun bir kısmını bize yaptırdı. Mesela Londra (İstanbul) Yaklaşımı resmen başladı. (Fiilen çok az mesafe alınmasına rağmen) Aktif Yönetim Kurumu henüz kurulmadı, ama o da yakında oluşacak. Devlet sisteme doğrudan para koymadı, ama bankalar az bir sermayeyle yeniden yapılandı. Ancak bunların tümünde yeterince hızlı hareket ettiğimiz kanısında değiliz. Devlet üstüne düşenleri kendi arasında ve çeşitli kesimlerle çok tartıştı, zaman kaybetti. Ve ekonomideki hasar uzadı. Kısacası, kurumsal yeniden yapılanma bizde daha çok devletin iradesiyle değil, kendiliğinden oldu.