Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Yürekli Eğitim ve Danışmanlık 12 - 13 Aralık tarihlerinde İstanbul’da Swissotel’de "Marka 2002" başlıklı bir konferans düzenledi. Konferans notları elime eşim Esra aracılığıyla geçti. Konu son derece önemli. Ve Türk sanayiinin önümüzdeki en önemli hedefinin bu olduğunu düşünüyoruz. Dünya ile rekabet ancak marka yaratılarak sağlanabilir. Fakat bunun mümkün olup olmadığı ayrı bir konu.
Sanıyorum işadamlarına marka kavramının önemini ilk hatırlatan siyasetçi Turgut Özal’dı. 1980’li yıllarda izlenen devalüasyonist politikalarla tekstil ve hazır - giyim sektöründe ihracat hızla artıyordu. Ama Özal birdenbire "marka yaratmaya çalışın" dedi. O ileride çıkacak sorunu görüyordu. Çünkü markalaşmadan yapılan üretim fasonculuktan öteye gitmezdi. Kalkınma da sağlanamazdı. Nitekim öyle oldu. Daha ucuz emeğin olduğu birçok ülke Türkiye’nin elinden iş kapmaya başladı.
Marka herhangi bir ürünün satın alınması sürecinde belli bir üretici ya da yapımcının özel olarak aranması demek. Böylece fiyat tek belirleyici olmaktan çıkıyor ve daha yüksek bir fiyattan satış mümkün oluyor. Kısacası, karlılık oranı artıyor.
Marka olunduğu zaman öyle durumlar yaratılıyor ki, markanın ismi üründen daha fazla biliniyor. Hatta ürün marka ismiyle konuşuluyor. Yurtdışında Kleenex, yurtiçinde de Selpak, Nescafe aklımıza ilk gelen markalar. Dahası da sayılabilir.
Tabii bir ürün ilk defa çıkarken onu ilk çıkaran firma daha kolay marka kazanabiliyor. Ne de olsa rakipleri olmuyor. Böylece ismiyle adeta tekelleşiyor. Hanzaplast, Sellotape buna uygun örnekler. Böyle yaratılan markaların konumlarını kırmak, rekabet etmek çok zorlaşıyor.
Marka olabilmenin elbette bazı gerekleri var. Öncelikle, farklı olmak gerekiyor. Farklılık kaliteyle ve tasarımla sağlanıyor. Tasarım ve kalite de kullanım kolaylığı getirebiliyor. Marka olmanın ön şartları bunlar. Ama elbette bunun bilinmesi zaman alıyor. Zaman kazanmak için ise ciddi bir tanıtım kampanyası gerekiyor. Ancak bu mutlaka reklam demek değil.
Marka 2002 Konferansı her yıl tekrarlanacak gibi gözüküyor. Bunu da yürekten destekliyoruz. Bu yıl ödüllerini sırasıyla Mavi Jeans, Pınar ve Vestel aldı. Demek ki, global rekabet işin esası.
Marka 2002 konferansında yabancı konuklar ilginç sunumlar yapmış. Özellikle B.J. Cunningham isimli İngiliz uzman ve Dionco Inc. Başkanı Jim Dion’un sayılması gerek. Ancak ilgi çeken bir de yerli konuşmacı var; Hülya Avşar. Hülya Avşar "ben bir markayım" diye konuşma yapmış. Medyada da bir hayli yer aldı. Acaba, diye sorduk kendi kendimize. Şöhret olmak, marka olmak mıdır? Satabiliyorsan evet! Ama özellikle aranman ve tercih edilmen gerek. Bu anlamda Hülya Avşar da marka sayılabilir.
Yurtdışı piyasalarda birkaç dolara üretip, sattığımız tişörtler daha sonra markalar basıldıktan sonra on ya da elli katına tüketicilere satılıyor. Aradaki fark ismin farklılığı, tasarım ve kaliteden kaynaklanıyor. Ne dersiniz marka olmaya değmez mi? Elbette değer. Ancak konuya daha fazla önem verilmesi gerekiyor.