Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Her ekonomik program zaman zaman sorunlarla karşılaşır. Bunların ortadan kaldırılmasıyla da başarı sağlanır. Aksi takdirde en doğru program bile zamanla uygulanamaz hale gelebilir.
Ekonomik programların nihai amacı büyümedir. Büyüme sürdürülebilir olduğu müddetçe işsizlik de, gelir dağılımı sorunu da ortadan kalkar. Gerçi enflasyon düşmeden büyümenin sürdürülemediğini biliyoruz. Ancak enflasyonu yenerken de yaşanacak çok uzun süreli durgunluklara toplum tahammül edemeyebilir. Bu nedenle uygulanan programın toplumsal maliyetlerinin en aza indirilmesi gerekir. Tabii bir konu daha var: Önlemler gecikirse etki de azalır. Hatta tümüyle yok olabilir.
Bir yıldır IMF'nin gözetiminde yeni bir program uygulanıyor. Uyguladığımız bu program bir fiyat istikrarı modelinden çok, enflasyona karşı altyapıyı hazırlıyor. Tek yapılan; ortodoks bir bütçe ile 'sıkıca' bir para politikasının uygulaması. Sıkı bütçe politikası için gereken ne reform varsa yapılıyor. Fakat öncelik ihracatın artması ve faizlerin düşmesi.
İhracat elbette yalnızca devalüasyonla artırılamaz. Kaliteli mal üretimi gerekir. Oysa bu yıl en duyarlı dönemde ağır bir devalüasyona izin verildi. Çünkü kurun enflasyon üzerinde geçiş - etkisi (pass - through) sona erdiğinde, bu kıvılcımla ihracata dayalı büyüme başlayacaktı. İlk aylarda bu gelişme gözlenmese de, sonraki aylar ümit vermişti. Ancak bu daha çok iç talepteki inanılmaz çöküşten kaynaklanmıştı. Öte yandan, devalüasyonların hasar verici yönü bulunuyor. Buna "bilanço etkileri" deniyor. Elimize gelen son veriler de ihracatın teklediğini gösteriyor. Bu durumda ihracatın önü açılmazsa elimizde sadece bilanço etkileri kalacaktır.
Ortodoks ekonomi politikaları risklidir. Büyüme konusunda genellikle başarısız olmuşlardır. IMF'nin talep ettiği milli gelirin yüzde 6.5'i kadar faiz - dışı bütçe fazlası, iç talebi söndürmektedir. İç taleple büyümenin arzulanmaması doğru olsa bile, ihracat sürekli gelişme göstermezse çöküşe neden olabilir. Gerçi faiz - dışı bütçe fazlası iç borç tuzağına düşmüş ülkeler için "olmazsa olmaz" bir politikadır. Böylece hem tasarruf sağlanacak, hem de borç ödenecektir. IMF'den gelen yardım da faizleri düşürdüğünden iç borç milli gelir içinde düşecektir. Ancak şu anda iç borç büyümekte, milli gelir de küçülmektedir. Dolayısıyla iç borç tuzağı bir başka risk olarak gözükmektedir.
Risklerden bir başkası ise bankacılık sektöründedir. Kamu bankalarının operasyon bacağında, özellikle hizmet kalitesine yönelik dönüşüm, tamamlanmamıştır. Özel bankaların ise sermaye yapılarının güçlendirilmesi mevcut haliyle bir çıkmazdadır. Çünkü bazı bankalar yetersiz karlılıktan ötürü borçlarını ödeyemezlerse tekrar sermaye gereği doğabilir. Şu anda bazı bankalar bu ölçeklerle para kazanamamaktadır. Diğerleri bazıları birleşmekten kaçınmaktadır.
Kısacası; büyüme başlamaz, ihracat tekler, iç borç da milli gelir içinde büyürse program ana hedeflerinden sapmış olur. Şimdiye kadar başarısızlıklar Telekom krizine, başarılar da 11 Eylül'e bağlandı. Bahaneleri bir tarafa bırakır, somut mikro politikaları devreye koyarsak, doğrultusu doğru ve şimdiye dek "genel olarak" başarılı olan bu programı sürdürebiliriz.