Önceki gün Meclis’e sunulan bir tasarının bağımsız kurullara ciddi darbe vurduğu tehlikesi fark edilince tartışmalar canlandı. Malum; Başbakan Ecevit bu kurullardan hayli dertli. Sürekli şikayet ediyor. Ecevit kurul bollaşmasının ve denetimsizliğin demokrasiyi zedeleyebileceği kaygısını taşıyor.
Gerçekten demokrasilerde seçilmişlerin atanmışlardan daha yetkili olması gerekiyor. Ancak Başbakan’ın bağımsız kuruluşlarla hangi kurumları kastettiği belirsiz. Acaba Başbakan kamu bankalarından rahatsız da, açıkça ifade mi edemiyor? Yoksa gerçekten kurulların bağımsızlığına mı karşı? Belirtelim, ikincisi ise daha büyük felaket.
Batı’da bu denli bağımsız kuruluşun olmadığını biliyoruz. Oysa gerek siyasete olan güvensizlikten, gerekse her alanda talana dönen siyasi tasarruflarından ülkemizde bağımsız kurullar çoğalıyor. Bu konuda bizim de bir deneyimimiz oldu. 1992 yılında SHP - DYP koalisyonunda Türketiciyi Koruma ve Rekabet yasalarını hazırlayan komisyonun başındaydık. Sanayi Bakanlığı temsilcisi Müsteşar Yardımcısı Ersen Yavuz yetkilerin bakanlığa devrini arzuluyordu. Ancak bu yetkiler bizim iktidarımızdan sonra başka siyasi taraflara geçecekti. Yavuz’a buna gönlünün razı olup olmadığını sorduk. Durumu hemen kavradı. Yetkililer de, Rekabet Kurumu’na ve Tüketici Konseyi’ne devroldu.
Kuralların sıkı sıkıya uygulanmadığı, aksine işlerin siyasileştiği yapılarda bağımsız kurullar da kaçınılmaz oluyor. Dünya Bankası da bundan ötürü yönetişim, kapasite inşası ve yolsuzlukla mücadele doğrultusunda bağımsız kuruluşları teşvik ediyor. Mesela 2000 Kasım’ında Dünya Bankası’nın Kamu Sektörü Grubu’nun başında Kemal Derviş bulunurken "Kamu Kurumlarının Reformu ve Yönetişimi Güçlendirme" başlıklı bir rapor yayımlanmıştı. Rapor temel olarak dört konuya odaklanıyordu:
1) Yaklaşım olarak düzenleyici iç kural ve sınırlamaların getirilmesi,
2) Sorunlara konfeksiyon yaklaşımlarla değil, analitik, ad hoc (konuya uygun) çözümlerle yaklaşılması,
3) Kamu kesiminde belli reformların ele alınabilmesi için uzun vadeli borç olanaklarının geliştirilmesi,
4) Personel, organizasyon ve ortaklık yapılarının sorumluluk, hesap verebilirlik ve kalite güveni açısından geliştirilmesi. (Bu konuda sivil toplum örgütlerine büyük görev düşüyor).
Derviş’in bu konuya neden daha duyarlı olduğu ortada. Ancak bağımsız kurullarla ilgili bazı eleştirilerde bulunmakta yarar var. Birincisi, ülkemizde sivil toplum örgütleri henüz yeterince gelişmediğinden bunlar Meclis denetimine açık olmalı. İkincisi, atama konusunda hala siyasi erk söz sahibi görünüyor. Oysa atanacak üye sadece diğer üyelerin oyları sonucu (yani kooptasyon) seçilebilmeli. Üçüncüsü, uzman kişilerin yetiştirilmesi ve atanması sorunu hala yaygın.
Kamu bankalarına gelince. Ecevit’in arzusunun aksine bu bankaların artık her türlü siyasi müdahaleden sıyrılması gerekiyor. Kaldı ki bu bankalar üzerinde, kararlardan "atamalara" (!) kadar, Hazine’nin gölgesinin de kalkması gerekiyor. Tıpkı Rekabet Kurumu’nda olduğu gibi.
Keşke bu kadar kurul olmasa. Siyasette kurallara uyulsa veya uyulduğu denetlense. O zaman hem yönetişim olur, hem de demokrasi.