Türkiye belki de diplomasi tarihinde ilk defa bu denli sıkı bir pres uyguluyor. Gün geçmiyor ki, bir devlet yetkilisi Avrupalı liderlerin kapısını çalmasın. Türkiye AB’ye tam üye olmak için büyük bir çaba gösteriyor. Bu da Avrupa’yı adeta bunaltıyor.
AB’ye tam üye olma konusunda ülkemizde gerçekten samimi ve arzulu bir çoğunluk var. Yalnızca küçük bir azınlık Avrupa’nın özellikleri ve gerekleriyle içinde olmaya karşı. Buna rağmen, şimdi daha iyi anlaşılıyor ki, Avrupalılar Türkiye’yi kendi içlerine almaya, en basit deyimle henüz hazır değiller.
Demek ki, şimdiye dek giderilmesi gerekli gördükleri eksiklikler bahaneymiş! Çünkü en azından şu anda Türkiye ev ödevlerini tamamlamış durumda.
Türkiye’nin AB içinde yer almada haklı gerekçeleri var:
Türkiye coğrafi olarak Avrupa’da,
Son yarım yüzyıldır açık bir Batı müttefiki,
Bölgede Avrupa’nın en büyük ticari partneri ve
Türkiye egemen olarak bir Müslüman topluma sahip, ama bunun en modern, en çağdaş ve demokratik örneği. Böyle bir örneğin AB içinde yer alması dünyada bir denge oluşturabilir. Aksi halde AB bir Hıristiyan birliği niteliği taşıyabilir.
Ancak, AB, Türkiye’yi içine alma konusunda her türlü zorluğu çıkarmakta. Avrupalıların bu olumsuz tavrının nedenlerinin de iyi anlaşılması gerekiyor. Aksi takdirde Türkiye AB’ye girme yolunu bulamayabilir.
Türkiye 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu’na girmek için Ankara Anlaşması’nı imzaladığında o zamanki Avrupa kavramı temel olarak bir pazar ortaklığını amaçlıyordu. Zaten adı da Ortak Pazar’dı. Türkiye uzun yıllar devletçi ve kapalı ekonomi anlayışıyla "onlar ortak, biz pazar" diyerek bu oluşuma mesafeli davrandı. Ve tabii ipin ucunu da kaçırdı.
1970’li yıllarda Avrupa çok yönlü bir topluluk arayışına doğru ilerlemeye başlamıştı. Yani Avrupa Topluluğu (European Community) kavramı kullanılmaya ve ekonomik boyutlar aşılmaya başlanmıştı. İşte bu süreçte birçok başka politikanın birlikte düzenlenmesi konsepti benimsendi. Ancak giderek Türkiye’nin tam üyeliği zorlaşmaya başlıyordu. Çünkü Türkiye bu yıllarda yanlış noktalara doğru sürükleniyor, fark açılıyordu.
1990’lı yıllarda ise Avrupa her yönüyle bir birliği (European Union) amaçlamaya başladı. Bu gelişme Avrupalıların kader ortaklığına kültürel ve sosyal boyutlar ekliyordu. Yani Avrupa artık bir başka dünya oluyordu.
Türkiye 1963 anlaşmasında hedeflediği Gümrük Birliği’ni 1995 yılında elde etti. Diğer boyutuyla Avrupalı olduğunu iddia etse de Avrupa ile mesafesi açıldı. Özellikle kuzey Avrupa üyeleri böyle düşünüyor. Ancak unutmayalım, Avrupa’nın diğer güney üyelerini küçümseyen bu ülkeler aslında bir zamanlar Avrupa tarihinin uygarlık değil, uygar olmayan kesimini temsil etmiyorlar mıydı?
Son beş yıldır Türkiye sadece bir Gümrük Birliği ile yetinmeyeceğini ve her yönüyle AB içinde yer almak istediğini adeta haykırıyor. Ve büyük çaba gösteriyor. Hiçbir AB üyesinin parlamentosunun üyelik sürecinde bu denli yasayı böylesi kısa bir sürede geçirmediğini unutmayalım. Bir birliğin içine girmeden dışarıdan onunla bütünleşmek nasıl sağlanabilir ki?
Şimdi "yasalar yetmez, uygulamayı görelim" denmesi büyük bir ayıptır. Ne demek? Yasa çıkarılıp da uygulanmayacak mı? "İzleyelim" diyerek tarihe tarih vermek de aslında olumlu yanıt vermemek için direnmektir. İlkesizliktir. Yüz kızartıcıdır! Çünkü yıllarca verilen sözlerin inkar edilmesidir.
AB haritası artık nihai olarak belirlenmektedir. Türkiye bunun içinde ya vardır, ya da yoktur. "Var ama şu anda değil" demek, aslında "yoktur" demektir.