Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Bir süredir medyada Yüksek Öğrenim Kurulu (YÖK) ile üniversite reformu tartışılıyor. Dün Taha Akyol köşesinde Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu’nun girişimini destekliyordu. Önceki gün ise gazeteci Yavuz Donat köşesinde YÖK’ün kurucusu Prof. İhsan Doğramacı ile sohbetini aktarıyor ve şöyle diyordu: "Üniversitenin gerçek sahibi öğretim üyeleri değil, öğrencilerdir!" İşin can alıcı noktası da burada. Acaba üniversiteler ne içindir? Asıl sahip kimlerdir?
Eğer gerçek sahip gerçekten öğrencilerse, rektörleri, dekanları, hatta bölüm başkanlarını, değil YÖK, diğer öğretim üyelerinin bile atamaları yanlıştır. Çünkü üniversitenin öğrencileri oylayarak gerekli atamaları gerçekleştireceklerdir! Açıkçası, Prof. Doğramacı’nın görüşü YÖK’ün kurulduğundan bu yana gelen ruhudur. Ancak kendi içinde de çelişkiler taşır; eğer üniversitelerin asıl sahibi öğrencilerse, neden YÖK kendini sorumlu ve yetkili sanmaktadır? Acaba öğrenciler YÖK’e vekalet mi vermişlerdir?
YÖK yükseköğrenim kurumlarını, ismi üzerinde lise sonrası eğitim kurumları olarak görmüş ve değerlendirmiştir. Ancak biz bu konuda farklı düşünüyoruz; üniversiteler bilim, yani araştırmaların yapıldığı fakat aynı zamanda meslek edinmenin en üst düzeyde sağlandığı kuruluşlardır.
Üniversiteler eğer araştırma ve bilim kurumlarıysa, bu kurumların asıl sahibi öğretim üyeleridir. Tabir uygunsa öğrenciler gelir geçer, öğretim üyeleri ise hancıdır. Gerçi öğrencilerin özlem ve taleplerinin üniversite yönetimlerince duyulabilmesi için yönetimde temsil haklarının bulunması çok yararlı olur. Ancak amaç sadece öğrenim değil, aynı zamanda bilimsel araştırmadır.
Bizde sorunlar yasal değişikliklerle çözülmeye çalışılır. Sanki hukuk her şeyin çözümüdür. Ya bir yasak kaldırılır, ya da yeni bir yasak konur. Şimdi de YÖK yasa değişikliği tartışılıyor. Oysa üniversitelerin sıkıntısının büyük kısmı ekonomiktir. Özel üniversitelerin öne geçmesindeki neden yasal farklılık değil, ekonomik olanakların üstünlüğünden kaynaklanmaktadır.
Bundan on yıl kadar önceydi. Üniversitemizde bir boykot vardı. Öğrenciler kapıyı tutmuşlar, paralı eğitimi protesto ediyorlardı. Boykotun ilk günü derse girmek isteyince öğrenciler "Hocam bari siz paralı eğitime destek vermeyin" dediler. Ben de "Evet yan sınıftaki Sabancı’nın kıza da bedava okusun istiyorsunuz, değil mi?" diye çıkışınca şaşırdılar. Oysa onlar sadece kendilerini veya yoksul öğrencileri düşünüyorlardı.
Bugün üniversitelerin en önemli sorunu kaynak yetersizliğidir. Bu bütçelerle değil üniversite, doğru dürüst lise bile yönetilemez. Devletin bütçe olanakları da sınırlı olduğuna göre üniversitelerin paralı hale getirilmesi zorunludur. Tıpkı İngiltere’deki sistem gibi, olanak testi ("means test") denilen yöntemle varlıklılardan ücret alınıp, diğerlerine burs verilebilir. Bu tek seçenek gözüküyor. İkincisi öğrenci sayısı mutlaka azaltılmalıdır. Üniversiteler fabrika değildir. Eğitim yapmaktan hocaların araştırma yapamadığını biliyoruz. Ve nihayet nitelikli öğretim üyesi ancak rekabetle elde edilebilir. Oysa hoca olmak isteyen yok ki, rekabet olsun. Mesleği cazip hale getirmek için önce ücretlerin yükselmesi gerekiyor.