Üniversite reformu hukuksal ve yönetsel değişikliklerle mi, yoksa mali olanakların artırılmasıyla mı sağlanacak? Bizim görüşümüz ikincisi. ABD’deki üniversite sistemiyle Fransa’nın sistemi çok farklı. Ama ikisi de belli bir standartta. Bu da ekonomik olanaklardan kaynaklanıyor.
Kuşkusuz parasal olanaklar artınca hem öğretim üyeliği daha cazip hale gelecek, hem de öğrenim olanakları artacaktır. Birçok kişi öğretim üyesi olmak isteyecek, fakat sadece bazıları bunu başarabileceğinden nitelik sorunu büyük ölçüde aşılacaktır.
Ancak başarılı öğretim üyelerinin de (kimi iyi öğretici olduğundan, kimi de bilimsel araştırmaları nedeniyle) ödüllendirilmesi gerekir. Aralarında ücret farklılıkları olabilmeli. Kaldı ki, üniversitelerin kendi harçlarını belirleme olanağı da olmalı. Kimi üniversite daha yüksek ücretler koyarak daha başarılı öğretim üyelerini istihdam edebilmeli. Tıpkı ABD’deki gibi. Mali sistemini iyi yöneten üniversiteler daha fazla burs verebilmeli ve iyi öğrencileri çekebilmeli. Tıpkı taşra üniversitelerinin öğretim üyesi çekebilmek için daha yüksek ücret verdiği gibi. Ancak yine de taşra üniversitelerine devletin desteği daha cömert olmalı.
Toplarsak, üniversitelere devlet altyapı yatırımını yapmalı ve sonra bölgesine, fakülte yapısına ve diğer sosyal faktörlere bakarak bir bütçe ayırmalı. Bu bütçe öğretim üyelerine baz ücret ile öğrencilerin temel harcamasını sağlamalı. Gerisi ise toplanan harçlarla (ki bu zengin öğrenciler için daha yüksek olacaktır) karşılanmalıdır. Yani öğretim üyelerine verilen ücretin diğer kısmını ve üniversitenin daha iyi hizmet vermesini sağlayan harcamalar toplanan harçlarla karşılanmalıdır. Harç ödemeyen öğrenci olmamalıdır. Ancak fakir öğrenciler mutlaka burs alabilmeli ve geri ödemesini iş sahibi olduğunda (uzun bir süre içinde) tamamlamalıdır.
Demek ki, üniversite reformu iki unsura dayanıyor. Biri olanak, diğeri rekabet. Şu anda uygulanan sistem herkesin aynı gelir grubunda olduğunu varsayıyor ve her öğrenciye aynı miktarda sübvansiyon sağlıyor. Oysa zenginlerin, değil sübvanse edilmesi, üniversiteye kar bırakacak bir ücret ödemesi gerekir.
İkinci eksiklik, öğretim üyelerinin bir ücret rekabeti içinde olmamalarıdır. Mevcut sistemde başarı ödüllendirilmemektedir. Devlet memuru ile öğretim üyesi arasında ne fark var ki? Bu sistem mutlaka değişmelidir!
Nihayet şunu anlamalıyız. Her liseyi bitirenin üniversiteye gitme zorunluluğu yoktur. Okullaşma oranı yükseköğrenim için düşünülemez. İkide bir yükseköğrenimdeki öğrenci oranlarının Batı ülkeleri ile karşılaştırılması bir düşünce çarpıklığını yansıtmaktadır. O ülkelerdeki belli meslek sahiplerine olan ihtiyaç ile bizde durum farklıdır. Bu karşılaştırma ancak tıp hekimleri için yapılabilir. Çünkü doktor başına düşen nüfus önemli bir sosyal göstergedir. Arkeolog başına düşen nüfus diye bir şey duydunuz mu?
Artık ihtiyacımız olan nitelikli işgücünü yetiştirmeliyiz. İşsiz ve bilgisiz mimarlar, ekonomistler veya mühendisler yetiştireceğimize, en seçkin ve en nitelikli ve ihtiyacımız olan işgücünü yetiştirirsek en doğrusunu yapmış oluruz.