Ülkemizde mevduatın önemli bir kısmı hala döviz. Vatandaşlarımızın döviz fetişinin pek kolay sona ereceğini sanmıyoruz. Çünkü döviz gerçekten uzun vadede en risksiz tasarruf aracı. Kaldı ki, öylesine likit ki, ülkemizde adeta bir değişim aracı olmuş. Yani döviz neredeyse yerel para.
Toplumun önemli bir kesiminin ya cebinde, ya yastığının altında, ya da bankasında döviz bulunuyor. Cepteki veya yastık altındaki döviz miktarını tahmin edemiyoruz. Ama bankalardaki dövizlerin miktarı biliniyor; 43 milyar dolara yakın. Ancak en az bir o kadar da yurtdışına kaçmış döviz var. Hatta Türklerin yurtdışındaki parasının yurtiçindekinden fazla olduğunu, 55 milyar dolar civarında olduğu da tahmin ediliyor.
Paranın yurtdışına kaçması kuşkusuz güvensizlikten kaynaklanıyor. Ülkesine güvenmeyen alıyor parasını götürüyor yurtdışına. Ve genellikle bunu yapanlar varsıl kesim. Ne de olsa yabancı bankalardaki işlerini yürütmek zorunda. Ya da sık sık yurtdışına çıkarak hesabıyla ilgili işlem yapmak zorunda. Bununla beraber, bu tür tasarrufçular paralarını pek sık ellemezler. Döviz mevduatı olarak paralar İsviçre bankasını ısıtır.
Ancak dikkat edilirse hala para kaçırma deyimi kullanılıyor. Oysa yurtdışına para çıkarmak artık serbest. Demek ki, yasaklı dönemlerden kalma deyim sürüyor. Ancak bunun bir başka nedeni daha var; sistem o denli riskli ki, kaçıran adeta parasını kurtarıyor. Gerçi yurtdışına para kaçırmayı engellemek için ülkemizde her şey yapıldı. Yurtiçindeki bankalara sınırsız devlet güvencesi verildi. Yurtdışından gelen paralara sorgu sual edilmedi. Ve içerideki istikrarsızlık döneminde yüksek faiz elde edildi. Yine de paralar gelmedi. Demek ki, sisteme ve ülkeye müthiş bir güvensizlik var.
Böylesi bir ortamda vatandaşın dövizden vazgeçmesi gerçekten çok zor. Öncelikle enflasyonun düşmesi gerekiyor. Ancak Arjantin örneğinde anlaşıldı ki, bu da yetmiyor. Çünkü Arjantin’de enflasyon düştü, ama Arjantinlilerin dolar merakı azalmadı. Belki de enflasyonun düşmesinden sonra, bunun epeyce sürmesi ve kalıcı olduğunun anlaşılması gerekiyor.
İkinci konu, güven. Ve tabii en önemlisi siyasal güven. Siyasal güven arttıkça dövize talep düşüyor. Ama azaldıkça döviz talebi artıyor. Yukarıda döviz mevduatlarının toplam mevduatlar içindeki payının grafiği görülüyor. 11 Eylül ile patlayan döviz talebi, daha sonra yavaş yavaş net döviz satışlarıyla düşmüş. Nisan ayına gelindiğinde ise, yani koalisyon hükümeti göreli bir istikrar içindeyken, döviz mevduatlarının toplam içindeki payı yüzde 53’e kadar inmiş. Ancak mayıs ayında hükümet içinde ciddi tartışmalar ortaya çıkınca yeniden döviz talebi oluşmuş ve kur da yükselmiş. Bu gelişmeler güvensizliğin etkilerini apaçık gösteriyor.
İkinci grafik de aynı sonuçları onaylıyor. Yılın ikinci yarısında özellikle seçime kadar olan döneminde tasarrufçunun yatırımlarında döviz daha egemen hale geliyor. Ancak bunun şu sıralar değişmekte olduğu düşünülebilir. Çünkü kurda ciddi gevşemeler gözleniyor.
Bunun ne denli süreceğine gelince; ödemeler dengesinde ciddi bir sorun yoksa iş siyasal güvene kalır. Ödemeler dengesinde döviz arz - talebi sorunu gözükmüyor. Şimdilik güven sorunu da yok. Hatta bir iyimserlik rüzgarıdır, gidiyor. Ancak buna cicim ayları demek daha doğru. Çünkü hava ileride hemen değişebilir.
Buna rağmen vatandaşın döviz fetişinin yakınlarda azalacağını hiç sanmıyoruz. Hatta, kur fazla yavaş giderse faiz almayı (riba) reddedenler, hafif hafif zırlamaya başlayabilirler. Nitekim, yeni Meclis Başkanımız dövizle zarar etmiş bile.