Papa Francis, Ayasofya Müzesi’ni de ziyaret etti. Ziyaret dolayısıyla ortaya çıkan sorunlardan biride Ayasofya’nın ibadete açılması oldu. Ortodoks dünyadaki bazı çevrelerde şamata koptu
P apa Francis ilk dış gezisini
28 Kasım’da Türkiye’ye yaptı. Ziyaret tarihinin Ortodoks Kilisesi’nin koruyucu azizi St. Andreas Günü’ne rast gelmesi tesadüf değildir. Yeni papa bir jest olarak Katolik dünyasında çok tutulan Rum Ortodoks Patriki Bartolomeos cenaplarının Roma’daki kutsama ziyaretine bir karşılık verdi.
Hiç şüphesiz ki müstakil Vatikan Devleti görünüşteki hacminin çok üstünde önemli bir uluslararası üye olduğundan, ziyaretin siyasi bir yönü de vardır ve Ankara kendisini bekliyordu. Devlet başkanları düzeyindeki bu ziyaretin ilk durağının Ankara
olması da önemlidir. Papa, Atatürk’ün mozolesini ziyaret ettiği gibi cumhurbaşkanı, başbakan ve
Diyanet İşleri başkanıyla da görüştü.
İkinci gün erkenden İstanbul’a geçildi. İlk gezinti yeri Sultanahmet Camii ve sonra Ayasofya Müzesi’dir. Papalar VI. Paul’den beri Ayasofya Müzesi’ni geziyorlar. Ve gariptirki bundan evvelki papa da daha evvelkilerde bu ünlü mabedi ilk defa görmüş oldular. Katolik dünyası Doğu’nun sadece Müslümanlığını değil Hıristiyanlığını da çok az tanır. Doğu Hıristiyanları Batı’yı ne kadar tanıyor, bu konuda bir şey söylemek zor fakat Roma Ortodoks Patriki Bartolomeos’un Vatikan’da, Papalık akademisi Gregoriana’da tahsil gören ilk Ortodoks rahip olduğunu söylemeliyiz.
Bu eğitim kilise hukuku alanındadır; yoksa Patrik Bartolomeos da bütün Ortodoks rahipler gibi ilahiyat tahsilini Heybeliada’da yapmıştır. Ortodoks dünyasında Patrik Bartolomeos’un Batı kilisesine olan entelektüel yakınlığını abartanlar şüphesiz vardır. Ama şurası bir gerçektir ki Patrik Bartolomeos Türkiye’yi ve bu dünyayı seven, bilen
bir din adamıdır.
Kiliseleri, Hıristiyan dünyasını etraflıca öğrenmemiz gerekiyor
Kiliselerin birleşmesi işine gelince; 1054 yılında Konstantinopolis ve Roma arasında çıkan itikad ve İncil tercümesi ihtilafından dolayı önce Roma Kilisesi hemen ardından da Konstantinopolis patriki birbirilerini karşılıklı aforoz ettiler. Bu aforoz ancak 900 sene
sonra Patrik Athenagoras ve Papa
VI. Paul arasındaki buluşma sayesinde ortadan kalktı.
Günümüzde “Ökümenik” kavramı altında müşterek ayinler yapılıyor, bugün bu buluşmalara Protestanlar da katılıyor. Ama ortada henüz bir birleşme yok. Birleşmeyi kimin sürükleyeceğide belli değil. Bu konuları tartışmak ve düşünmek de bizi ilgilendirmez; lakin her buluşmanın bizim dünyamızda Hıristiyan çevrelerdeki ümidi aşan, onun aksine bir telaşa sebep olduğunu görüyoruz. Kuyruklu yıldızın dünyaya çarpacağını düşünmek gibi boş bir
telaş. Bu gibi konularda kiliseleri, cemaatleri, Hıristiyan dünyasını
etraflıca öğrenmek gerekir.
Ziyaret dolayısıyla ortaya çıkan ikinci sorun da Ayasofya’nın ibadete açılması oldu. Bu konuda memnuniyetle kaydetmek gerekir ki dünyadaki Müslüman çevrelerin protesto ve endişe göstermesinden çok Ortodoks dünyadaki bazı çevrelerde ve Amerikalılar arasında bir şamata koptu. Özellikle bu konuda röportaj yapmak için gazeteciler ve televizyoncular bile geldi. Biri sordu; “Bin yıldır kilise olan Ayasofya”... Soru başından yanlış, 1000 değil, 900 sene. 500 sene de cami oldu, hem de Müslüman âleminin protokoldeki bir numaralı mabedi olarak Ayasofya’nın hususi protokolü, kendine göre hutbe okuma düzeni vardı. 1934 kasım ayı başında, Bakanlar Kurulu kararıyla (hiç tartışılacak yanı yok) müzeye çevrilme kararı alındı. Bu sırada Ayasofya, Sultan Abdülmecid Han’ın Fossati’lere yaptırdığı restorasyondan sonra ikinci kez restorasyona açılmıştı. Mozaikler bir daha örtülmedi ve 1935 şubat ayı başında yani bundan 50 sene evvel müze olarak ziyarete açıldı.
Roma mimarisinin son parlak örneği olarak günümüze geldi
Kazasker hattıyla yazılan levhalar kapıdan çıkamayacak kadar büyükmüş derler, bu ne kadar gerçek bilmiyorum. Ama Ayasofya Camii bir numaralı cami ve bir numaralı kilise olduğunu barındıracak kadar ama asıl önemlisi Roma mimarisinin son parlak örneği olarak günümüze geldi. Bu minvalde imparatorluğumuzun baş mimarı Koca Sinan’ın yaptığı restorasyonla Ayasofya’nın günümüze kadar
geldiği de bellidir.
Mimar Sinan bu restorasyonla müftehirdi. Nitekim Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Camii’ni de adeta Küçük Ayasofya maketi olarak tasarladı. Ayasofya ibadete kapalıdır. Bu konuda talebi olan Hıristiyan dünyası dikkate alınamaz; zaten 1204 Haçlı Seferi esnasında Batılıların Ayasofya’da işlediği şenaat ve tahkirane tavır o takımın bu konuda bir talepte bulunmasına manidir. Batı kilisesi bunu herhalde biliyor.
Hafızam beni yanıltmıyorsa VI. Paul ziyaretinde Ayasofya’nın içinde sessizce dua etti. Bundan sonraki papa ziyaretlerinde gözle görülecek bir tavırla dua edilmemesi istendi ve buna uydular. Ayasofya’nın Ayasofya olarak kalmasını herkes kabul etmek zorundadır. Sultanahmet Camii ziyareti sırasındaki dua diye nitelendirilen davranışın basında yüksek sesle dikkate zikredilmesini ise şık bir davranış olarak görmüyorum. Nihayet İstanbul müftüsü dünyanın en yaygın dininin ruhani liderine ve bir devlet reisine protokol kuralları içinde rehberlik yapmıştır ve böyle bir eser karşısında Papa’nın meditasyon dediğimiz bir iç mülahazaya geçmesi doğaldır ve kimseyi ilgilendirmez.