Hürriyet yazarları Ertuğrul Özkök, Sedat Ergin ve Ahmet Hakan Topkapı Sarayı’na geldi. Soğuk hava Ertuğrul beyi etkiledi, talimatlar vermeye başladı
Salı günü Topkapı Sarayı’nın alışılmışın dışında bir hareketliliği vardı. Bir tarafta “Muhteşem Yüzyıl” çevriliyordu, öbür taraftan basının üç maruf kalemi Ertuğrul Özkök, Sedat Ergin, Ahmet Hakan; Harem’i, Silahlar seksiyonunu ve mukaddes emanetleri gezmek için geldiler. Salı günü hava soğuk, kar ve buz malum. Ertuğrul Bey ince ayakkabıları ile donmamak için koşuyor, iyi ısıtan paltosu ve başı üşümesin diye aldığı ödünç fötrüyle gelmiş. Sedat beyimiz ise “Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü” misali tiril tiril Burberry pardösüsü ile gelmiş, bir müddet sonra titremeye de başladı. Bizim silah seksiyonunu vilâyetin ve bakanlığın desteği ile bu yıl yeniden düzenleyip açtık; düzenleyenlerin mahareti ve bilgisi ile ilginç bir bölüm oldu. Mimar Fırat Diker ve silah uzmanı Ahmet Ayhan iki yıl uğraştılar. Hayli ilgilerini çektiği için Sedat beyimiz titrese de ilgiyle izledi. Kültür müdürümüz Ahmet Emre bey müzenin müdürü Ayşe hanım ve bendeniz, küratörlerin bazıları tam takım gezideydik. İnsan Topkapı’da çalıştıkça her gün her köşeye girme isteği daha çok artar ve gezmek için vesile yaratır.
Sarayı gezerken Arz odasının önünde “Muhteşem Yüzyıl”cılara rastladık. Sezar’ın hakkı Sezar’a verilmeli; Türkiye’de nesillerin fizik yapısı değişti. Ne olursa olsun sahne sanatlarında konservatuarların ve tiyatro kuruluşlarının etkisi görülmeye başladı. “Muhteşem Yüzyıl”da seyirciyi çeken en önemli unsurlardan birisi, eski dönemin tarihi filmlerinin aksine badi badi koşan yeniçerilerin yerlerine gerçekten uzun boylu, uygun adım yürüyen sesi gür yardımcı oyuncular kullanılması.
Osmanlı’nın devletlu sınıfı asker veya vezir, hepsi askeri eğitimden geçtikleri için yürüyüşlerinin ve giyimlerinin çok çarpıcı olduğunu zamanın seyyahları yazar. Bu filmde bu tavır ve yürüyüş iyi yakalanmış. “Muhteşem Yüzyıl”ın diğer yönleri üzerindeki haklı ve sert tartışmalar bir yana, bu keyfiyeti belirtmek gerekir. Harem halkının mimikleri ve jestleri ile de çok daha profesyonel olmaları ve görünümleri seyirci çekmektedir. Filmin baş oyuncuları bırakın podyumu, bazen sarayın içinde gezinirken bile Sultan Süleyman Han, arkasında veziriazam ve Malkoçoğlu tam bir ordugâh adımıyla yürüyor.
Hava Ertuğrul beyi etkiledi. Üçümüze de yürüme ve bendenize anlatırken jestlerimi ayarlama talimatı vermeye başladı. Eh, adamın paltosu İngiliz kaşmir, Borsalino şapkası da var, sesi de otoriter. İtalyanların büyük rejisörlerinden aşağı kalan yanı yok. Hepimizi de hizaya getirdi, bundan iyi rejisör can sağlığı. Saray-ı amire böyle büyük yetenekleri de görüyor. Bakalım Ertuğrul Özkök bugünkü yazısında daha neler anlatacak, doğrusu çok merak ediyorum.
Bir Türkologun portresi
Fransa Türkolojisi bir geleneğe sahiptir; 17’inci asırdan beri diplomatların bazılarına Türkçe ve şark dillerini öğretirler. 1947’den sonra Pertev Naili Boratav gibi Türk uzmanlara da akademik kadrolarında yer açtılar. Bu bir öncü hareketti, Türk edebiyat ve tarih metinlerine eğilirken uzman kullanmanın gereğinden ileri geliyordu. Daha önce de Şark dilleri okulunda Adnan Adıvar hoca olmuştu. Öğrencileri arasında Bernard Lewis, Irene Melikoff, Andreas Tietze, Louis Basin gibi Türkoloji dünyasının sonraki ünlü uzmanları vardı.
Bu saydığım hocaların talebesi olan ve Osmanlı metinlerini okuyarak tarih yazmak gibi çok doğru bir yöntem uygulayarak Pertev Naili Boratav ile yakın usta-çırak ilişkisine giren bir genç bilgin vardı: Gilles Veinstein. 1945 doğumludur, Fransa’nın iftihar ettiği ulusal eğitim kurumlarının başında gelen Ecole Normale Superieure’un mezunlarından ve Sorbonne’da tarih okuyanlardandır. Ecole des Hautes Etudes ve CNRS (İlmi Araştırmalar Milli Merkezi) üyelerindendi.
Ben onu tanıdığımda henüz genç bir asistan profesördü. Türkçeyi çok dikkatle konuşmaya çalışıyordu fakat Osmanlıca belgeleri titizlikle okumak konusundaki hassasiyetine ve maharetine hayran olmuştum. Fevkalade zengin ve hoş telaffuzlu Fransızcasıyla sunduğu tebliğleri herkes hayranlıkla dinliyordu. Üstelik Osmanlıcayı Fransızcaya çevirisi bir ustalık örneğiydi. Dilini iyi bilen bir Fransız tarihçiydi. Kendisini tanıdıkça bu özelliğine saygım arttı. Bugünün Türkoloji dünyasında bu tip filolojik hassasiyeti olan ve tarih belgelerini ön plana koyan adamlar sanılanın aksine maalesef azalıyor.
1999’dan beri Fransa’nın en ünlü araştırma-öğretim kurumu olan College de France’ın üyesidir. Bu seçkin kuruma seçimi sırasında Ermeni cemaatinin protestolarına maruz kaldı. Sebebi 1915 olaylarını sürgün ve katil, fakat genocid (soykırım) olarak niteleyemeyiz demesidir. Bu çıkışını Bernard Lewis’i destekleyerek başlatmıştı. Gilles Veinstein siyasi veya toplumsal yönleri itibarıyla kendi dünyasına kapanıp çalışanlardandır. Onun Türk sivil toplum kuruluşlarıyla hele devlet organlarıyla ilişki kurduğunu kimse söyleyemez. Dahası hayatını Osmanlı İmparatorluğu’na ve Osmanlı araştırmalarına adamıştır ama aşırı ve gösterişçi bir Türk sevgisi ve taraftarlığı sergilediğini söylemek de mümkün değildir. O ciddi bir Avrupalıdır ve Fransız biliminin ciddi yüzünü temsil eder.
Hiç şüphesiz ki Türk araştırmaları dünyasının içindeki veya doğrudan Türkolog olmadığı halde hukuk ve arkeoloji biliminin içinde yer alan, doğruyu arayan ve teslim eden bu gibi simalarla Fransa’nın bilmediğimiz bu yönünü de tanımak ve değerlendirmek zorundayız. Bunu yaptığımız takdirde kendi hukukumuzu da daha iyi koruruz ve istesek de istemesek de artık içinde olduğumuz Avrupa dünyası ile ilişkilerimizi daha sağlıklı götürürüz.