İlber Ortaylı

İlber Ortaylı

Tüm Yazıları

Önceki kuşaklar “Türkiya” derdi; hatta bizi okutan ortaokul, lise öğretmenlerinin bazılarından bu telaffuzu aldık. Gerçekten “Türkiye” diyenler, bir ara dilimizin ses uyumu kuralına uygun bu söyleyişi korumak için kanun yoluna müracaat ettiler; 1950’de TBMM’ye seçilen Nazlı Tlabar, bu konuda bir kanun teklif etti ve kabul edildi. Ama “Türkiye” şeklindeki telaffuz ve yazım zaten çoktan haritalarda ve kitaplarda kabul görmüştü.
Aslında ülkemizin böyle adlandırılması, tuhaftır ki bizim dedelerimizin değil, bu ülkeyi başlangıçtan beri çok iyi tanıyan İtalyanların işidir. Bizim dedelerimiz buraya “iklim-i Rum” derdi. Onların siyasi hedef ve misyonları Roma İmparatorluğu’nu ele geçirmekti. Anadolu toprağındaki Roma’yı yani Garplıların sonradan Bizans dedikleri imparatorluğu ele geçirmeye başlamakla elhak bu yolda da ilerlediler.
Onların Rum-Roma dedikleri yere İtalyanlar “Turchia” veya “Turcmenia” derlerdi. Bütün orta zaman Alman seyyahları “Turkei, Tirkenland” veya Fransızlar “Turquie” derlerdi. 16’ncı asırda İngilizce seyahatname kaleme alan Nicola de Nicolay “Turkie” diyor. Bizim bugünkü söyleyişimize yakın.

“Medvedov” yani “ayızade”
Sonradan İngilizce konuşup yazanlar, bu “Turkie” yazılışını nasıl “Turkey”e çevirdiler elan bir muamma. Muhtemelen bu telaffuzda Hint adalarının ünlü kuşunun yanlış bir bağlantısını kurdular.
Aslında Hindî diye söz ettiğimiz ülkenin de yerli adı “Baharat”tır. Egzotik, uzak ülkelerin isimleri otlarla, hayvanlarla gayet kolay karıştırılıyor. Schottenstiftung İskoç Vakfı aslında İrlandalı Katolik rahiplerin kurduğu bir okul ve imaretti. Ama halkın öyle diyeceği tuttu. 18’inci asrın Batı Avrupa’sında halk Yunanlılarla Türkleri birbirine karıştırırdı; aydınlar istediği kadar neo-Helenizmi temsil etsinler.
Bütün 19’uncu asır basınında ülkeler alegorik olarak hayvan resmiyle temsil edilirdi. Rusya ayı, Fransa horoz, Osmanlı İmparatorluğu da “Turkey” olarak fesli bir hindi ile temsil ediliyordu. Hayvanla temsil edilmek diğer ülkeler için büyük bir sorun değildi. Zaten hayvan adını soyadı olarak alanlar sürüyledir. Rusya’nın yeni cumhurbaşkanı “Medvedov” yani “ayızade”, bir alay Almanın adı “Baer”, yani “ayı”, soyadı “Katz” yani kedi olanlar, hatta “Hund” yani köpek olanlar da var. “Haaze” yani tavşan Almanya ve Hollanda’da sevimli ve yaygın adlardan. 

Rahatsız edici deyimler
Bizim de İngilizce bilen (!) kesimde, bu dildeki “Turkey” ismi büyük tepki uyandırdı. Oysa hindi küçük harfle, bizim ülkenin adı ise büyük harfle ve harfitarifsiz yazılır. Gerçekten bu ismi değiştirmeye kalkanlar var; onların bu safdil çabasına karşı, fırsat bu fırsat diyerek saldıran antimilliyetçiler var. Bizim ülkemizde milliyetçi takımın açıkları kadar bu sözde milliyetçilik düşmanlarının da grotesk, gülüncün ötesinde davranışlar gösterdiği açık.
Milliyetçiliğin kendisi kadar karşıtı olan görüşte de ileri gidilince sadece mantık sapması değil, fuzuli laf edildiği açık. Kim ne derse desin, açık hakaret taşımayan ülke adlandırmalarına itiraz etmek gereksiz. Etiyopya’ya Habeşistan diyemeyiz ama Yunanistan’a “Yunanistan” diyemezsin diyenlere ancak gülünür. Habeşistan maalesef köleliği çağrıştırıyor, Yunanistan ise “İyonyalılara” Şark milletlerinin verdiği isim, daha doğrusu bir telaffuz biçimi.
Türkiye konusunda asıl tartışılacak ve rahatsız edici manasızlık bizdeki bazı kimselerin uydurduğu “Türkiyeli”, “Türkiyelilik” gibi deyimlerdir. Bazı safdiller veya herkesi bir şey bilmiyor zanneden tipler, “A efendim ne var bunda, Amerikalı oluyor da Türkiyeli niye olmaz?” diyorlar.
Bir kere Amerika, Kolomb’un keşfettiği kıtanın ayrı bir kıta olduğunun farkına varan Cenovalı kaptan Amerigo Vespucci’nin adından geliyor. Amerikalılık Anglo-Sakson göçü ve İngiliz dili etrafında oluşan göçmenler için uygun, Türkiye ise içinde Türk adı taşıyor, böyle bir benzerlikle ilgisi yok. Bir ülkenin böyle bir etnik kimliğe kavuştuğunu ecnebilerin bile görmesiyle ülkemizin geniş ölçüde Türkleşmesinden beri kullanılan bir isim.
“Türkiyeli” ismi tercüme edilemez, içeriği bakımından bu kelimeyi teklif edenlerin de amacını zaten karşılamaz. Başka bir kimlik kullanmak isteyenler bunu ifade edebilirler. Ama bunun için ülke yurttaşlığının ve kimliğin adını değiştirmelerine lüzum yoktur, hakları olduğunu da zannetmiyoruz.
Türkiyelilik, Belçikalı gibi bir tabir de olamaz. Zaten Belçika kimliği ve varlığının da nerelere gideceğini Allah bilir. 1830’dan beri hiçbir şeyleri yerlerine oturamadı; iktisadi vaziyetleri büyük sorunlar taşımamasına rağmen, ülkenin içinde kullanılan dil açısından dahi büyük sorunlar var. Bu yeri geldikçe ele alınacak bir konudur; birtakım Flaman çevrelerin Fransa’ya “Alın Valonlarınızı da gidin” dedikleri dahi bir gerçektir. Bazı sorunları çözmek için sorun yaratmak, tarih ve coğrafyaya müracaat etmeyen ucuzcu bir yöntemdir.

Haberin Devamı

Türkiye’nin adı

Haberin Devamı

Kraliçe’nin ziyaret günleri

Haberin Devamı

Kraliçe II. Elizabeth’in gezisi Ankara’da bir resmi kabulle başladı; itiraf etmek lazım ki Ankara’daki çevreler İngilizlerin protokolüne uymuştu. Kraliçe “Bu ritüeli izlemekten onur duyarım” diyerek uzun Anıtkabir ziyaretini kısaltmayı önerenleri de bertaraf etti.
Ziyaretin merkezi Ankara’ydı, İstanbul ve Bursa’ya gelip gitmelerle bu resmi ziyaret tamamlandı. 14 Mayıs günü Bursa, Osmanlı tarihi ve çini sanatı üzerinde epeydir okuma yapan Kraliçe için tek turistik geziydi. Şehir idaresi ve halk, ziyareti dünyaya bir propaganda olarak değerlendirdi, haklıydılar ama neredeyse her esnaf cemiyeti ve her dükkan kendisine bir hediye sunmak istedi, güvenlik nedeniyle bunlar ister istemez reddedildi. Ziyaret sırasında Bursalı hanımların olağanüstü tezahüratı görüldü.
I. Çelebi Sultan Mehmed adına yapılan Yeşil Cami ve yine “Yeşil” diye anılan türbe Kraliçe’nin ziyaretinin odak noktasıydı. Camide ilgiyle gezdi, türbede genç restaratörlerin çalışmasını dikkatle takip edip sorular sordu. Bunlar Türkiye tarihini ve sanatını uzun zamandır tanımaya çalışan bir hükümdarın sempatik yönleriydi.
Yeşil Cami’de Kuran-ı Kerim de tilavet edildi. Doğrusu Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocalarından Mehmet Emin Ay beyin usulünü pek çekici bulduğumu söyleyemem. Gezi Yeşil Cami’nin hemen yanı başına İznik Eğitim ve Öğretim Vakfı kurucusu Prof. Işıl Akbaygil’in ustalıkla naklettiği bir çini atölyesini ziyaretle bitti. Doğrusu İznik çinilerinin dirilişinde bu vakfın hizmetini herkes takdir eder, Kraliçe de etti.
15 Mayıs Perşembe günü II. Elizabeth Ankara’dan gelerek Ortaköy-Karaköy arasında bir yarım Boğaz turu yaptı, muhteşem İstanbul’u gözledi, İstanbul Modern’i gezdi ve Illustrious helikopter gemisinde verdiği bir resepsiyonla İstanbulluları selamladı. Bu masraflı geliş bile resepsiyona verdikleri önemi kanıtlıyor.

Siyasi bir gezi
Şüphesiz bu gezi Britanya hükümdarının, hükümetinin telkiniyle gerçekleştirdiği siyasi bir ziyarettir. Tanzimat’tan beri İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında bilhassa Rusya’ya karşı hasım bir politika güttüğü malum. Önce liberallerin başındaki Gladstone ve nihayet I. Dünya Savaşı öncesindeki düşmanca ittifaklar dolayısıyla Britanya, Türklerin imparatorluğu ile karşı karşıya geldi.
Uzun savaşı boyunca İngiliz imparatorluğunun asıl çarpıştığı cephe Ortadoğu’dur. Galiçya ve Sarıkamış’taki Ruslarla çarpışmanın dışında Süveyş, Gelibolu, Filistin ve Irak’ta Britanya ile dört yıl savaşıldı ve ardından gelen mütareke dönemindeki işgal yılları Türklerin hafızasında derin yaralar açtı, kolay unutulmaz.
İngiltere umumi harpteki yanlış seçimini itiraf etmiştir. Fakat diplomaside de bir deha olan büyük Atatürk, Britanya ile olan yakın ilişkilerini yeniden tamir etme yolunu seçti, I. Harp’in hatalarını tekrarlamadı.
Bugün de Britanya, Avrupa Birliği içerisinde Fransa-Almanya bloku ve müttefiklerinin Türkiye’ye karşı hasmane tavırlarına katılmıyor. İsveç, İtalya, İspanya, hatta Çekya gibi üyeler de Avrupa Birliği içinde Türkiye’nin yer alması gerektiğini vurguluyor. Fransız-Alman blokuna karşı Türkiye taraftarı politikasını ve asıl önemlisi kendi ağırlığını sergilemek için başvurduğu yollardan birisi de bu Türkiye ziyaretidir ve başarılıdır.