Felsefe eğitimli bir mekanik saat ustası olan Şule Gürbüz “Zamanın Farkında” kitabındaki denemelerinde, kaybolan İstanbul’u büyükanne ve halalarının diliyle yakalıyor
Şule Gürbüz, İletişim Yayınları’ndan ‘hikayeler kitabı’ diyebileceğimiz ama aslında zamanın analizini yapan deneme-öykülerinden oluşan bir kitap çıkardı. Şule Gürbüz viyolenselcidir. Cambridge Üniversitesi’nden felsefe derecesi vardır ve mekanik saat ustasıdır. İlginç bir yapılanma. Zaman ve mekanik saatler bazı filozofları mistik bir biçimde çeker. Musiki ve felsefe Şule’yi Rönesans’ın saat ustalarının dünyasına götürdü. Ustası Veli Gürgen’in yanında Dolmabahçe’nin ve bilhassa Topkapı Sarayı’nın zengin saat koleksiyonlarını tamir ediyor. Ayrıntıdaki düzen ve o düzenin vardığı bütünlük onun dünyasını etkiliyor.
Şule Gürbüz gibi birini daha tanıdım. Harvard Üniversitesi’nin ünlü ekonomi hocası, bankalar ve para tarihiyle ilgili unutulmaz kitapların yazarı David Landes... İstanbul Haliç’te tarih turu yapalım derken eski tamirhanelerin dünyasındaki gizemi bana da göstermişti. Zaman ve saat onu da çekti. “Revolution in Times” onun bence unutulmaz eseridir.
Kolay değil ama lezzetle okunuyor
Şule Gürbüz sadece bugünün demiyorum, dünün Hüseyin Rahmi ve Sermet Muhtar gibi yazarları ile bir arada yaşasa dahi Türkçeyi özgün bir üslupla yazan bir edibe olacaktı. Kaybolan İstanbul’u büyükanne ve halalarının dilinden yakalayan ama asıl 19-20’nci yüzyıl kesiminin üslubunu birleştiren bir tarafı vardır.
Derin ruhi tahlilleri bu derlemede bilhassa “Cansın” adlı analiz denemesinde göreceksiniz. Anglosakson mukallidi yeni zümrelerin ‘bacon’ ve yumurtası karşısında filozof Fransız F. Bacon’un denemelerini senteze götürmeye çalışan buruk mizah ve onların ortasında Cansın denen çocuk. Cansın niçin başka bir dil öğrenmiyor ve Cansın’ın anne ve babası bilmedikleri Latinceye tapan ve İngilizceyi küçümseyen filozof Bacon’a niçin sitem ediyorlar? İngilizce’nin “intermediate level”ını geçemeyen zavallı genç Cansın’a niçin zengin olmaktan başka hayal kalmıyor? Cansın Dostoyevski’nin İngilizce çevirisi karşısında niçin önce ümitsizliğe ve bezginliğe sonra da onu döşemenin altına gömdürecek kadar vandalizme kapılıyor? Oysa derler ki, Dostoyevski, Anglosakson dünyasında hâlâ en çok okunan yazar.
Şule Gürbüz’ün bu denemeleri lezzetle okunuyor. Çok kolay mı okunuyor, sanmam. Yazar Türk dilini ustalıkla kullanma ve her şeyin önünde İstanbul Türkçesine saygı duyarak değil tapınarak onu edebiyatla yaşatma savaşında. Bence genç kuşak bu dile çok hoyrat davrandı, onu çok yaraladı, sakatladı. Ama her şey olacağına varır, onları diriltecek ve büyütecek de olan bu kuşak.
Ayvalık-Midilli seferi
Midilli’ye giden Türk turistin profili son derece yüksek. Ada halkı da bizimkilerden memnun. Ama Ayvalık’taki sınır kapısı gereken hizmeti veremiyor
Midilli; Cezayir-i Bahr-ı Sefid (Akdeniz adaları) yani bugün Ege Adaları denen kitlenin en önemlisi. Girit Adası bu fasileden değildi. Akdeniz Adaları Kaptan Paşa’nın idaresine bırakılmıştır. Adaların gelirleri tamamen donanmaya aitti. Midilli de bir sancaktı. Rodos, Kos (İstanköy), Sakız gibi adalarla birlikte ekseriyet değilse de önemli oranda Türk nüfusu barındırırdı.
Midilli ve Sakız hem sivil teknelere hem de donanmaya levent ve kaptan yetiştiren merkezlerdi. Osmanlı dönemi boyunca Midilli, civardaki adaların yanı sıra Ayvalık, Edremit gibi Batı Anadolu merkezlerinin de ticari faaliyetlerini yöneten bir adaydı. Midilli’de bugün bile merkezdeki her sokakta gördüğümüz villalar bir zamanların zenginliğini yansıtır.
Osmanlı’nın Midilli dediği ada klasik devirlerde Lesbos diye bilinir. Fakat Osmanlı merkez sancak ve şehrin adını bütün adaya teşmil etmiştir. 1912-13 yıllarında Balkan Savaşı’nda Yunanistan donanmasının tek zırhlısı olan Averof (o sırada bizde o kadar mükemmeli yoktu) Trablusgarp ve güneyde İtalya ile uğraşan, Trakya’da bunalan devletin elinden adeta tek gemi olarak Kuzey Ege adalarını aldı. Sonuç açık; Yunan anavatanının en doğudaki bu bölümü Türk nüfusun kesif olarak Anadolu’ya göçüyle bir etnik sorun yaratmadı. Ama adalar birlikte yaşamaya alıştıkları Anadolu kıtasıyla bağlantıyı kaybedince iktisadi çöküntü başladı.
Midilli hâlâ sonsuz sorunlarla boğuşuyor. Başlıca sorumlu olarak Atina’yı görüyorlar. Bilhassa son krizden sonra Türkiye ile her türlü ilişkinin serbest bırakılması bazı yöneticiler hariç herkesin dilinde. Batı Anadolu’nun tıbbi hizmetleri, ucuz eşya ve yiyecek arzı halkı çekiyor. Bizim taraftakileri de Yunan adalarındaki cazip turizm ve restoranlar. Doğrusu gözlemlerime dayanarak söylemeliyim ki, adaları ziyaret eden Türk turistlerin profili son derecede yüksek. Bilhassa Ege halkı nasıl gezeceğini biliyor. Türkiye insanı değişti. Ellerinde Türkçe Midilli rehberleri, en ücra ada köylerine kadar ulaşmaya çalışan Türk gezginler her türlü hizmeti satın alıyor.
İçişleri Bakanlığı’nın 40 yılı hakkında bir dizi yazı geliyor
Yerli halk memnun. Bizimkiler de memnun. Memnuniyetin sınırı var. Yunan gümrüğü ve sınır polisinin yavaş çalışması şikayet konusu. Ama çok daha beteri bizim Ayvalık’taki sınır kapısı. Hele tatil zamanı. Fevkalade sınırlı bir hizmet, kuyruğu bile düzenleyemeyen bir idare, perişan bekleyenler... Hiçbir Avrupalı turist kafilesinden daha aşağı nitelikte olmayan bu gruplara maalesef ülkemizin İçişleri Bakanlığı gereken hizmeti veremiyor, bütün sınır kapılarında olduğu gibi. Güya değiştirdikleri yeşil pasaportlar hiçbir şekilde hızlı elektronik kontrolü sağlamıyormuş. Kapıdaki memur Yunanlı müzisyenleri beğenmemiş olacak ki, kuyruğun başında bekletiyor. Onlarla birlikte arkasındakiler de. Hazin bir manzara. Memleketimizin İçişleri Bakanlığı birçok görev alanında olduğu gibi sınır kapılarında da insanlarımıza çoktan hak ettikleri onur ve ihtirama layık nitelikte bir hizmet veremiyor. Utanılacak bir durum.
Yakın gelecekte İçişleri Bakanlığı’nın geleneği, geçmişte başardıkları ve son 40 yıldaki hali üzerinde bir seri yazmayı tasarlıyorum. Doğrusu çok gözden geçirilmesi gereken bir yapı var. Bunun bazılarının yaptığı gibi ucuzlamasına bir eleştiri ve sözümona liberalist bir saldırı şeklinde olmamasına gayret edeceğim. Sınır kapılarında gördüğüm manzara hariç neşeli bayramlar geçirdiğinizi umarım.