Kadri Gürsel

Kadri Gürsel

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Tamam, “Fetih 1453” bir belgesel değil, seyirlik bir gişe filmi... Yapımcı-yönetmeni ve senaristinin “tarihi gerçeklik denetimi”nden azade kılınmaya en başından itibaren hakları var. “Tarihi malzeme”yle oynarsın; eksiltirsin, eklersin; eyvallah. Nitekim bu filmde de öyle olmuş.
Misal, gerçekte yaşamış olup olmadığı bile bilinmeyen “Ulubatlı Hasan” adlı karakter, “Fatih’in fedaisi” hüviyetinde karşımıza çıkıyor ve top mühendisi Urban’ın evlatlığı Era’yla sathi de olsa bir aşk yaşayarak filmi yumuşatıyor. O sırada fetihten başka bir şey düşünmediği için Gülbahar’ın yüzüne bile bakmayan Fatih’in bu katılığını Ulubatlı Hasan affettiriyor...
Ama bir sınırı var bu oynamaların...
Hiç oynanmaması gereken yer, 2’nci Mehmet ve Osmanlı hanedanının alamet-i farikası olan uzun kanca burun.
Geçen perşembe filmin galasına davet edilen herkesin anında dikkatini çekmiş: Fatih Sultan Mehmet rolündeki aktör Devrim Evin’in burnu estetikli. Ve fark edilmeyecek gibi değil.
Tabii ki bu devirde uzun kanca burunlu aktör bulamazsınız. Yetenekliyse de şans vermezler; “Git burnunu düzelt, öyle gel” derler.
Ama burnu estetikli bir Fatih de olmaz.
Badem bıyıksız Führer olur mu?
Ya da atletik yapılı bir Churchill? Perçemsiz, uzun boylu Napolyon?
Filmin yönetmeni ve yapımcısı Faruk Aksoy herhalde gerçeküstücü bir film çekmek istememiştir. İstanbul’un fethiyle ilgili vaki addedilen ne kadar klişe ve tema mevcutsa, hiçbirini atlamayıp tespih dizer gibi filme tıkıştırmasından böyle bir niyetinin olmadığı anlaşılıyor.
Ama o burun yok mu o burun...
Varsayalım ki Devrim Evin, rolü için kostümünü giyerken bileğinde kol saatini unutmuş olsun ve mesela Sultan’ın Bizans elçilerine gitsinler diye elinin tersiyle işaret ettiği sırada o saat seyircinin gözüne bir-iki saniyeliğine ilişsin...
Eskinin Yeşilçam’ında hiç de tahayyül ötesi olmayan böylesi bir hatanın seyircide yaratacağı şokun bir benzerini, Fatih’in estetikli burnu bütün film boyunca yaşatıyor.
Yönetmen öyle istemiş olsun ya da olmasın, o burunla Fatih’i güncel bir karaktere dönüştürüyor; fethi geçmişten günümüze taşıyor.
Zaten feci güncel bir film bu...
Zamanımız Türkiye’sinin hızla İslamileşerek tırmanan yayılmacı milliyetçiliğine, Recep İvedik yapımcısının büyük gişe fırsatını görüp hariçten gönderdiği selam.
Başından sonuna bol miktarda İslami vurgu içermesi bununla alakalı...
Selam alınmış. Yoksa geçen cuma günkü Zaman’da, “Filmin en önemli yanı, hikâyesini anlatırken dini referanslara yaptığı vurgu” denilmezdi.
Diğer taraftan bazıları her sene 29 Mayıs’ta “Allah Allah” nidalarıyla öz şehirlerinin surlarına saldıran takma bıyıklı yeniçerilere ve statlarda düzenlenen fetih şölenlerine bakarak, Türklerin beş buçuk asır sonra bile hâlâ İstanbul’u kendilerine ait hissetmediklerine hükmedebiliyorlar.
Tam olarak öyle değil. Daha göreceli bir durum söz konusu sanki...
1950’den günümüze “İstanbul’un fethi” önce Demokrat Parti’nin sonra da İslamcılar, Milli Görüş ve nihayet bugünkü iktidar partisinin sahiplendiği yayılmacı ve saldırgan bir siyasi/ideolojik tema...
İlk fetih filminin 1951’de yapılması rastlantı olamaz.
Feridun Fazıl Tülbentçi gibi Osmanlı’nın zaferlerini yücelten popüler tarih yazarlarının o devirlerde zuhur etmesi de öyle...
“İstanbul’un fethi” eskisi ve yenisi, cümle İslamcılar açısından bir muktedirleşme ve “dönüş” metaforu...
Şehir, Bizanslılardan alınmıyor tabii; onlara göre “Bizanslılaşmış”, başka bir deyişle Batılılaşmış Türklerden ve Kemalist Cumhuriyet elitinden ele geçiriliyor.
İstanbul alındıktan sonra şehrin eski merkezlerinde yaşayan sekülerleşmiş orta sınıfların, şehrin yönetimi ve siyaset üzerindeki bütün güç ve etkilerini kaybederek, kendi gettolarında zamanın neo-levantenlerini oluşturma süreçleri başlıyor.
“Fetih 1453”ü Yeşilçam kordelalarından ayıran bir yönü, seyirciyi görsel efekt sarhoşu yapması. Bunda da ifrata kaçılmış. İkincisi de inkişaf etmiş dövüş koreografisi... İlk defa bir Türk filminde şöyle “adam gibi” dövüşen birilerini gördüm.
Bunların dışında “Fetih 1453”, yeni dönemin “fatihlerini” ve onların fütuhatıyla mest olmuş bir seyirciyi bildik Yeşilçam’ın sinema diliyle pohpohluyor.
Estetikli Devrim Evin’in yerinde, malum benzerliği münasebetiyle Nejat İşler olsaydı, o iş daha da iyi yapılırdı.