Kadri Gürsel

Kadri Gürsel

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Meslektaşlarım Nedim Şener ve Ahmet Şık dün sabaha doğru “Ergenekon terör örgütü üyesi oldukları” suçlamasıyla tutuklandılar. Nedim Şener ve Ahmet Şık gazeteciliğe haz ve coşkuyla sarılmış iki insandır. İyi gazeteciliğin izini inatla sürmek, gazeteciliği herhangi bir başka amaçla değil, sadece gazetecilik için yapmak, onları bugünün Türkiye’sinde Metris Cezaevi’ne götürmüştür.
Hiç abartmıyorum; bu iki gazetecinin tutuklanması Türkiye için tarihi bir dönüm noktasıdır.
İktidar tarafından andıçlanan köşe yazarlarından, iktidarın baskısı altında “otosansürcü”ye dönüşen editörlerden sonra Nedim Şener ve Ahmet Şık olayıyla birlikte artık kendimize, “Bu ülkede temel gazetecilik yapmanın imkânı kalmış mıdır?” diye sormamızı gerektirecek kadar düşürülmüş bulunuyoruz.
İki gazetecinin tutuklandığı “6 Mart 2011” tarihini “eski Türkiye”den “yeni Türkiye”ye geçiş sürecinde dramatik bir sıçramanın yaşandığı gün olarak kabul edebilirsiniz.
“Eski Türkiye” ile “yeni Türkiye” arasındaki, özgürlük, demokrasi, hak ve hukuk ekseninde çizilmiş ayrım çizgisi üzerinde durup, bu her iki Türkiye’ye bakınca gördüğümüz farklar bizi yeni Türkiye hakkında derin kaygılara sevk ettiği için, eski Türkiye tarih oldu diye şöyle bir iç huzuruyla sevinmemizi de önlüyor.
Çünkü eski Türkiye’de iş başına seçimle gelmeyenler için her yol mubahtı; yeni Türkiye’de seçimle iş başına gelenler için her yol mubah...
Eski Türkiye’de bir derin devlet vardı; yeni Türkiye’de iki derin devletimiz oldu. Birisi kaçıyor, öteki kovalıyor.
Eski Türkiye’nin tabuları Kürt sorunu, Ermeni sorunu ve orduydu; yeni Türkiye’de bu tabular yıkıldı. Şimdi bu konularda radikal görüşleri dile getirmek serbest.
Yeni Türkiye’nin tabuları ise Gülen Hareketi, AKP iktidarının yolsuzlukları, muktedirler ve onların yakın akrabaları... Haber yapan yanıyor.
Eski Türkiye’de kitaplar yasaklanıyor, toplatılıyor ve yakılıyordu; yeni Türkiye’de kitaplar henüz yazılma aşamasında iken, yazarlarını tutukluyorlar.
Eski Türkiye’de gazeteler kapatılırdı; yeni Türkiye’de gazetelerin, patronlarına uygulanan baskı ve tehditlerle el değiştirmesi hedefleniyor.
Eski Türkiye’de insanlar yargısız infazlara kurban giderdi; yeni Türkiye’de belki öldürülmüyorlar ama yargısız karakter infazlarıyla itibarsızlaştırılarak “ortadan kaldırılıyorlar”.
Eski Türkiye’de fiziksel işkence yapılırdı; yeni Türkiye’de çoğunlukla manevi işkence yapılıyor.
Eski Türkiye’de delile, işkence altında alınmış zanlı ifadelerinden ulaşılırdı; yeni Türkiye’de delil üretilerek zanlılar yaratılıyor.
Eski Türkiye’de iktidar sahipleri, yargı ve polisin savunulması imkânsız eylemleri kendilerine sorulduğunda “Yargı bağımsızdır” derlerdi...
Yeni Türkiye’de yargı ve polisin savunulması imkânsız eylemleri karşısında, 12 Eylül referandumundan sonra artık “Yargı bağımsızdır” demeye de yüzleri kalmadığından, “Bu işin bizimle ilgisi yok” diyorlar.
Eski Türkiye’de sabah saat beşte kapıyı çalanın polis olduğunu bilirdik; yeni Türkiye’de sabah saat beşte kapıyı çalanın sütçü olmadığından eminiz ama gerçekte kim olduğunu da bilmiyoruz.
Eski Türkiye’nin bazı mağdurları yeni Türkiye’nin zalimleri...
Eski Türkiye’yi hiç mi hiç aramıyorum, arayanlara da iyi gözle bakmıyorum. Ama bu yeni Türkiye’de artık yargısız infazlarda öldürülmediğimiz, askeri mahkemelerde yargılanmadığımız, işkence görmediğimiz için de kimseye minnettar değilim.
Çünkü “her ülke layık olduğu biçimde yönetilir” deseler de ben bu ülkenin çok daha iyisini hak ettiğini düşünüyorum.
Bugün 7 Mart 2011, AKP’nin yeni Türkiye’sinin hızla eskidiği günlerden biri...