Yeni yılda okuduğum ilk kitap Max Jammer'in geçen Kasım ayında Princeton Üniversitesi yayınları arasında çıkan "Einstein ve Din" adlı eseri oldu. Fizik alanındaki bilgilerim, ne yazık ki, kitabın "Fizik ve Teoloji" başlıklı üçüncü bölümünü anlamama imkan tanımadı. Ancak ilk iki bölüm, "Bilimsiz din sakat, dinsiz bilim ise kördür" dediği için hem ateistler hem de dinci gruplar tarafından sahiplenilmeye çalışılan büyük teorik fizikçi ("Yüzyılın adamı") Albert Einstein'ın din üzerine görüşlerini ayrıntılarıyla öğrenmeme yetti.
Einstein'ın bu konudaki görüşlerinin yer aldığı temel metin, 1930'da The New York Times gazetesinde yayımlanan ünlü makalesi. Geliştirdiği temel fikir şu: İlk aşamada din, korkuya dayanıyordu. Açlık, hastalık, ölüm, vs. korkusu yüzünden insanlar zihinlerinde kişilerin ve toplumların sağlığından sorumlu olan tanrıları icat ettiler; kendilerini korumaları için onlara ayinler yaptılar, kurbanlar sundular.
İkinci aşamada din, ahlaka dayalı hale geldi; insanların rehberlik, sevgi ve destek görme ihtiyacına cevap verir oldu. Her iki aşamada da din tanrıya, cezalandıran ve ödüllendiren, bu anlamda insan benzeri (antropomorfik) bir özellik atfediyordu.
"Kozmik dinsel duygu"ya dayanan üçüncü aşamadaki din ise, bu duyguya sahip olmayanlar açısından kavranması çok güç bir nitelik kazandı. Çünkü bu aşamada ödüllendiren ve cezalandıran tanrı kavramının yerini, hem doğadaki hem de insan düşüncesindeki harika düzene duyulan derin hayranlık aldı. Ne dinsel dogma ne de bunu temsil edecek bir kurum kaldı.
Einstein'ın "kozmik din" anlayışı herşeyin birbirine bir nedensellik bağıyla bağlı olduğunu, doğaya mutlak bir determinizmin egemen olduğunu varsayıyordu. Ödüllendiren ve cezalandıran tanrı kavramına yer vermediği gibi, insana özgür irade de tanımıyordu. Bu anlayışın karşı karşıya kaldığı sorulardan bazıları şunlar oldu:
"Almanların soykırımdan bir millet olarak sorumlu olduklarını, dolayısıyla topluca cezalandırılmaları gerektiğini" savunurken ya da insanları "savaşa katılmamaya" davet ederken Einstein, insanın özgür iradesi olduğu varsayımından hareket etmiyor muydu? İnsanın özgür iradesi yoksa, Hitler Yahudi soykırımından ya da Einstein'ın Almanya'dan sürülmesinden nasıl sorumlu tutulabilirdi?
Einstein'ın "İnsanlar özgür iradeleri varmış gibi davranmalıdır" demesi, ne anlama geliyordu? "Dinin en önemli işlevi, insanın temel amaçlarını ve değerlerini belirlemektir" ya da "Din amaçları tanımlar, bilim araçları gösterir" dediği zaman ahlaki din anlayışını yansıtmıyor muydu?
Jammer'in kitabını okurken, Karl Popper'in ("Unended Quest / Bitmeyen Arayış" adlı otobiyografisinde) Einstein'dan "çağdaş Parmenides" olarak söz etmesini; Einstein'ı evrende değişmeye yer tanımayan mutlak determinizm anlayışından vazgeçirmeye uğraştığına dair sözlerini anımsadım.
Kitabı dikkatime getiren değerli dostum Prof. Dr. Celal Şengör'e teşekkür borçluyum. Jammer'in eseri, bilim - din ilişkisi üzerine düşünenler için gerçekten çok önemli bir kitap.
Yazara E-Posta:
salpay@superonline.com