Şükrü ELEKDAĞ
BUNDAN 35 yıl önce ekimin ikinci yarısında dünya kendini bir nükleer savaşın eşiğine getiren 13 korkulu gün yaşadı.
SSCB'nin Küba'ya yerleştirdiği nükleer başlıklı füzeler nedeniyle çıkan ve Türkiye'yi de ağır bir tehdit altında bırakan bu krizin sona erdirilmesi, ABD Başkanı Kennedy ile SSCB Komünist Partisi Genel Sekreteri Kruşçev arasında Türkiye üzerinde yapılan gizli bir pazarlık yoluyla sağlandı.
Dünya kamuoyu, krizi, Başkan Kennedy'nin 22 Ekim 1962 tarihinde TV'den yaptığı bir konuşmadan öğrendi. Başkan konuşmasında, Sovyetler Birliği'nin, Küba'ya, Washington ile Panama Kanalı'nı vurabilecek bin mil menzile sahip nükleer başlıklı balistik füzeleri gizlice konuşlandırdığını açıklamış ve ABD'nin kıyılarından 90 mil ötede Sovyet nükleer silahlarının konuşlandırılmasına izin veremeyeceğini belirterek, Kruşçev'den füzelerin derhal sökülmesini istemişti.
Aynı gün ABD'nin NATO örgütü nezdindeki temsilcisi Büyükelçi Finletter, örgütün Paris'teki karargahında düzenlenen brifingde SSCB'nin amacını şöyle izah ediyordu:
"Moskova, dünyaya, güç dengesinin kendi lehine seyrettiğini kanıtlamak ve Küba'da mevzilendirdiği füzelerle stratejik nükleer kabiliyetine katkı sağlamayı amaçlıyor."
Beyaz Saray'da füze krizi sırasında yapılan toplantıların açıklanan bant kayıtlarına dayanılarak yazılan yeni bir kitap, Kennedy ile danışmanlarının krizden çıkış yolunu Moskova ile Türkiye sırtından pazarlık yapmakta gördüklerini ortaya koyuyor. (*)
Bu kayıtlar, daha krizin başlangıcından itibaren Beyaz Saray'daki hakim kanaatın, Küba'daki füze mevzilerinin ABD
Hava Kuvvetleri tarafından bombalanması halinde,
"Moskova'nın da misilleme olarak Sovyet topraklarını hedef alan Türkiye'deki nükleer başlıklı Jupiter füzelerini vuracakları" şeklinde olduğunu yansıtıyor.
Buna rağmen, ABD Hava Kuvvetleri Komutanı General Curtis Le May, Küba'daki füzelerin lançerlerine yerleştirilmelerini önlemek için mevzilerinin derhal bombalanmasında ısrarlı...
Öte yandan, Kennedy'nin danışmanları, "Küba'nın vurulması halinde, Sovyetler'in, karşılık olarak sadece Türkiye'deki, Jupiter füzelerinin kaldırılmasını istemekle yetinmeyip, Türkiye'deki nükleer başlıkla donatılmış 100 uçak ile 20 bin Amerikan askerinin çekilmesini ve tüm ABD üslerinin kapatılmasını da ısrarla talep edeceklerinden" endişe duyuyorlar. Moskova'ya böyle bir ödün verilmemesi halinde de Türkiye'nin Sovyetler tarafından girişilecek bir misillemenin kurbanı olmasını kaçınılmaz görüyorlar...
Ancak, durumun tehlikeli gelişmelere gebe göründüğü bir anda, 23 Ekim'de, Kennedy'nin, tüm hükümet yetkililerinden saklı tutarak kardeşi Adalet Bakanı Robert'i geceleyin gizlice Washington'daki SSCB Büyükelçisi Dobrinin'e bir mesajla göndermesi olayların seyrini birden değiştiriverdi. Kennedy, bu mesajında Kruşçev'e, Küba'daki füzelerin kaldırılması karşılığında Türkiye'deki Jupiter'lerin sökülmesini öneriyordu. Bu anlaşmanın geçerli olması için Kennedy şu koşulları da ileri sürüyordu: Birincisi, bu girişim tamamen gizli tutulacaktı. İkincisi de, öneri Moskova tarafından yapılacaktı.
Kruşçev, Kennedy'nin tezgahladığı senaryoyu derhal benimseyerek Washington'a gönderdiği bir mesajla Türkiye'deki Jupiter'leri pazarlık masasına yatırdı.
Kennedy, bu öneriyi sert bir açıklamayla reddeder ve böylece "ABD'nin yakın müttefiki Türkiye'yi sattığı" yolundaki yorumları önlerken, bir yandan da, Kruşçev'i, Küba'daki füzelerin derhal sökülmesi karşılığında ABD'nin Türkiye'deki Jupiter üssünün kapatılması taahhüdünü beş ay sonra yerine getirmesine ikna etmeye çalışıyordu.
Sonuçta, Kruşçev bu koşula da razı olup kriz
son bulunca, 28 Ekim'de Kennedy yönetimi yaptığı resmi açıklamada, Amerika'nın Küba'yı işgalden vazgeçmesi karşılığında, Sovyetler Birliği'nin de Küba'daki füzelerini geri çekme kararını aldığını belirtti.
Beyaz Saray, bu sonucu dünyaya Kennedy'nin cesaretinin ve kriz yönetimindeki becerisinin bir kanıtı olarak sundu. Jupiter'lerden hiç söz edilmedi. ABD bu füzeleri Mart 1963'te sessiz sedasız sökerek Moskova'ya karşı olan taahhüdünü yerine getirdi.
Türkiye'ye gelince, Ankara, sırtından yapılan pazarlığın hiç farkında olmadı. Oysa, krizin başında Amerika, Küba'daki füzeleri hava bombardımanı ile imhaya kararlıydı. Böyle bir saldırıya da, Moskova'nın Türkiye'deki Jupiter'leri vurarak karşılık vermesi kaçınılmazdı.
Dahası, krizin tırmanarak bir nükleer savaşa dönüşmesi ihtimali de mevcuttu. Bu durumda ise, iki süper gücün kendi toplumlarının imhasına yol açacak topyekün bir nükleer savaşa gitmek yerine, sadece Küba ile Türkiye'yi kapsayacak sınırlı bir nükleer savaş çerçevesinde kozlarını paylaşmaları kaçınılmazdı.
Krizin Türkiye'nin bekası üzerinde odaklaşmasına rağmen, Washington Ankara'yı tamamen karanlıkta bıraktı. Bir çatışma olsaydı, Türkiye buna tamamen hazırlıksız yakalanacak, bu durumda da zayiatı fazla olacaktı.
Üstünden 35 yıl geçmesine rağmen bu krizden alınacak çok ders var.
(*) The Kennedy Tapes, Ernest May & Philip Zelikow, 1997.
Yazara EmailS.Elekdag@milliyet.com.tr