DENİZ Gezmiş yaşasaydı şimdi elli yaşlarında olacaktı. Doğrusu ya, bir devrimciye yaşlılık yakışmıyor! Kişinin destanlaşması için genç ölmesi mi gerek? Danton'lar, Robespierre'ler, Marat'lar, Che'ler, Deniz'ler, Arslan'lar, Hüseyin'ler gibi... Ne var ki, böyleleri doğal biçimde bu dünyadan ayrılmazlar, ya darağacında, ya kurşuna dizilerek, ya giyotin altında yaşamdan koparılmışlardır. Ama genç devrimciler büsbütün yok olmazlar, kuşaklar boyu gençliklerini koruyarak yaşarlar...
Düşünüyorum otuz yıl öncelerini: O günlerin devrimcileri şimdi nerelerdeler? Kimi, 68'liler yürüyüşünde; kimi, önemli görevlerde, işlerde... Bir bölümü gençlik ülküsünü yadsımıyor. Öyleleri de var ki, otuz yıl önceki tutumlarını çoktan unutmuş, bambaşka kişilikler edinmiş!..
Bir tek cinayete karışmamış, hep Mustafa Kemal devrimlerini savunmuş, bu ülkede gerçek demokrasinin oluşmasını istemiş Deniz'ler hep saygıyla anımsanacaktır.
* * *
ATATÜRK beyaz leblebiyi çok severdi... Rakısını içerken dostlarla konuşur, tartışırdı. Sofrası, bir çeşit akademi gibiydi. Yazarlar, şairler, bilimadamları çevresindeydi. Onların büyükelçi, milletvekili olmalarını isterdi... Sayın Kenan Evren de kendini Atatürkçü sayar. Onun gibi bakar, tren pencerelerinde onun gibi durur, onun gibi leblebi ile rakı içer!.. Öte yandan en unutulmaz sözleri de o söylemiştir: "Bu ülkede hangi taşı kaldırsan altından Atatürk çıkar": "Atatürk göklerden hain hain bakıyor" gibi!..
Sayın Evren emeklilikten sonra ressamlığa heveslendi. Para getiren tablolar boyadı. Bakın,
son yapıtı, Atatürk'ün portresi yüz milyara satılmış! Türk ressamları içinde en çok para kazanan bir sanatçı olmak az önemli şey midir? Resim yapmak, şiir yazmak herkesin hakkıdır. Ama Atatürk'e benzemek için içki sofrasında leblebi ile rakı içmek de ne oluyor?
* * *
GEÇEN akşam saatlerce Kanal 6'da eski askeri savcı Baki Bey'i izledik. Ne önemli kişi olduğunu bir kez daha gördük! Otuz yıl geçmiş aradan, ama o hala kendini 12 Mart'ın güçlü savcısı sayıyor. Hep o meydan okuyuş, hesap sorarım, ezerim, yıkarım havası!.. 68'lilerin soruları karşısında bocaladı, eski güçlü savcılık günlerine dönmeye kalkıştı. Deniz Gezmiş'lerin idamını istemiş, bunu mahkemeye kabul ettirmiş... Yaşamdaki en büyük başarısı bu, üç genci astırmak!.. Hiçbir üzüntü de duymuyormuş! Niye duysun ki? Yıllar geçip gitmiş, o yerinde saymış. Doğrusu ya, Cevizoğlu çok başarılı bir iş yaptı, "demir savcı"yı konuşturdu ustalıkla!..
* * *
1 Mayıs, dünyanın her yerinde törenlerle anıldı. Hemen her yerde kolluk güçleriyle emekçiler, devrimciler karşı karşıya geldi. Dövülenler, yaralananlar!.. Baktım, Berlin'deki gösterilerde Alman polislerin elinde cop bile yok; elbet tabanca da... Elleriyle göstericilerle itişiyorlar, hepsi bu! Bizde coplar acımasızca iner, daha olmazsa silaha el atılır... İşte uygar bir toplumla uygarlaşamamış bir toplum arasındaki fark...
Atatürk döneminde 1 Mayıs'lar bayram günüydü. "İlkyaz Bayramı" 12 Eylül'de yasaklandı. 27 Mayıs Bayramı da!.. Nerdeyse 23 Nisan da, 19 Mayıs da kaldırılıyordu. O günlerde korktum 29 Ekim'i de takvimlerden silecekler diye!..
Emekçinin yılda bir gün bayramı var. Sömürücülerin hemen her gün!.. Ne olur işin içine taş, sopa, cop, silah girmeden bir güzel bayramı kutlamayı öğrensek, artık öğrenebilsek...