Allah Tansu Çiller ile çalışmak zorunda olanlara kolaylık versin.
Allah DYP’ye de selamet versin.
Tansu Çiller’e hala oy verebilecek insanlar varsa, onlara da Allah akıl fikir versin.
DYP lideri ile perşembe akşamı 32. GÜN’de, nasıl tasvir edebileceğimi hala bilemediğim bir karşılaşmamız oldu. Benim Posta’daki bir yazımdan sonra telefon edip zorla kendisini davet ettirmişti.
Bu bir söyleşi olmadı. Kavga temalı bir monologdu demek daha doğru olabilir. Zira Çiller soru sordurtmadı. Sadece kendi konuştu. Besbellki seçim propagandasına gelmişti.
Yaklaşık 5-6 yıldır karşılaşmamıştık. Belki bu kadar seçim kaybedip seçmeden ve siyasetten ders aldıktan sonra değişmiş olabileceğini sanıyordum.
Üzülerek gördüm ki hiç değişmemiş.
Hala kavgacı.
Hala, sadece kendini dinliyor. Kendini seviyor, kendini haklı buluyor, insanlarla diyalog kuramıyor. Etrafını küçük görüyor ve ülkenin bugünkü duruma gelmesinde kendinin hiçbir sorumluluğu olmadığına inanıyor. Hala kendini, Allah tarafından Türkiye’ye gönderilmiş büyük bir nimet gibi görüyor.
DYP’lilere acıdım
Böyle bir liderle çalışmak bir işkence, seçim kazanmaya kalkmak ise boşu boşuna zaman harcamaktan başka bir şey değil.
DYP, Tansu Çiller’i değiştirmediği sürece bir yere varamayacağını da bilmelidir. Koskoca bir partiyi üç seçimde eritip yok eden bir liderin hala nasıl peşinde koştuklarını anlamakta da zorlanıyorum.
Perşembe gecesi çok rahatsız oldum.
Karşımda normal bir söyleşi yapılacak, diyalog kurulabilecek bir siyasi lider bulacağımı sanmıştım. Benim işlevim siyaset yapmak, muhalefet gibi konuşmak değil, kamuoyunda sorulan bazı soruları kendisine yöneltmekti. Bunu yapamadığım gibi karşımda beni bile çileden çıkaran, adeta kavga arayan eski Tansu Çiller’i buldum.
Sevmediği sorularla karşılaşınca sinirlenen, yanıtlamayan, tahrik eden, zaman zaman hakarete kadar giden bir Tansu Çiller buldum. DYP’liler bu liderin partiyi 2000’li yıllara taşıyacağını sanıyorlarsa çok hata ediyorlar.
Çiller’in değiştiğini sananlar varsa, onlar da derin bir yanılgı içindeler. Perşembe gecesi bir defa daha inandım ki, bu lider kuşağı, bu anlayış değişmedikçe Türkiye’nin aydınlığa çıkması çok güçtür. Alllah tüm DYP’lilere selamet, tüm DYP seçmenlerine de sabır versin.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı özel bir keyifle kutladık. Amerika’daki 11 Eylül olayından sonra, kendi durumumuzu daha iyi değerlendirdik. Kendimize güvenimiz arttı.
Bu arada garipliklerden de kurtulamadık. Hala, halkın coşkuyla katılması gereken bir kutlamayı, Demirperde yıllarından kalma katılık içinde uyguluyoruz. Mümtaz Soysal’ın 31 Ekim tarihli yazısı bu konuya çok hoş değiniyordu...
Özgüven
"Metalik sesli bir kadın öğretmen ‘çelenk koyma töreni’nin programını ‘arz ediyor’. Resmi makamların, partiler, odalarla dernekler ve bankalardan ‘kurum ve kuruluşlar’ın sırası geldikçe, üç uzun ayaklı çirkin sehpalara oturtulmuş madeni levhalar tutuk adımlarla anıt önüne taşınıp sıralanmakta. Gerçek çiçeklerden yapılmış çelenkler değil, çok önceden hazırlanıp bu gibi durumlar için sık sık kullanıldığı anlaşılan, arma misali teneke levhalar. Biraz sonra rüzgar sertleşince hepsi uyduruk ayakları üzerinde duramayıp teker teker devrilecek.
Hiç değişmeyen senaryolarla Anadolu kasabalarında tekrarlanıp duran Cumhuriyet ‘Bayram’larından biri başlamak üzere.
İnsanın gönlü, çelenk taklidi yapay nesneler yerine, çoşkulu halkın kırlardan, bahçelerden toplanmış taze çiçekleri büyük kurucunun heykelleri önüne yığdığı coşkulu bayramlar olsun istiyor. Oysa, yetmişsekizinci yılında nefesi kesilen bir cumhuriyet izlenimi verircesine, neredeyse bilinçli bir durgunluk, başı eğiklik ve tükenmişlik havası estirilmekte..."
Dünkü yazımda, Türkiye'nin yıllar boyunca Amerika'dan isteklerde bulunduğunu -özet bir liste vererek- ve karşılığını da önemli ölçüde aldığını yazmıştım.
Bugün olaya farklı bir açıdan bakmak istiyorum.
Türkiye, Amerika'nın Kuzey Afganistan'da eğitim ve yönetim amacıyla kullanmak istediği asker talebini reddettiği taktirde ne olur?
Bu soruya verilecek en kesin yanıt, Türkiye'nin üstünde titrediği ve büyük bir gururla her pazarlıkta masaya sürdüğü ünlü "stratejik önem" kartının değerinden önemli bir kayba uğrayacağı şeklindedir.
Stratejik önem kartı, kendi başına kullanılan bir unsur değildir. Eğer elinizde bir kart varsa ve karşılığında da önemli avantajlar sağlıyorsanız, bu kartı ters yönde de kullanmak zorundasınızdır. Yani bu kart tek yönlü değil, çift yönlü işler.
"Elimdeki bu kartı sadece kendi işime gelince kullanabilirim. Karşımdakiler istekte bulunurlarsa yapamam" diyemezsiniz. Tam aksine, elinizdeki kartın daha da değerlenmesini istiyorsanız, bunu zamanlı şekilde ve çıkarlarınıza ters düşmeyecek şekilde kullanırsınız.
İşte bu nedenle, Türkiye'nin asker konusunda ilk haftalardaki aşırı duyarlığı pek anlaşılamamıştı.
Eğer güvenilir bir müttefik iseniz veya böyle olduğunuzu söylüyorsanız, karşılığını da yerine getirmeniz kaçınılmazdır.
Afganistan'da söz sahibi olmak isteniyorsa...
Üstünde durulması gereken diğer bir nokta da Türkiye'nin asker katkısında bulunarak, Afganistan'daki rolünü de arttıracağıdır. Önümüzdeki yıllarda bütün dünya Afganistan ile yatıp, Afganistan ile kalkacaktır. Bu savaş kolay kolay bitmeyecektir. Üstelik sadece Afganistan'la sınırlı kalmayacak ve başka bölgelere de yayılacaktır.
Türkiye'nin askeri katkısı, önümüzdeki dönemde uluslararası çerçevede en çok konuşulacak bir konuda, belirli oranda söz sahibi olabilmesini de getirecektir.
Abartmayalım. Afganistan Türkiye'den sorulmayacaktır. Ancak ister çözüm ile ilgili olsun, ister olayın uluslararası boyutu olsun, Türkiye'yi de tartışmaların içine sokacaktır. Görüşü sorulacaktır. Belki Ankara'nın ağırlığı bir İngiltere veya Rusya kadar olmayacaktır, ancak yine de genel resmin içinde Türkiye de bulunacaktır. Afganistan'da aile fotoğrafı çekilirken, Türk Başbakanı da görünecektir.
Afganistan'ın yeniden şekillendirilmesi sırasında Türkiye uzaktan megafonla katkıda bulunmayı tercih ederse başka. O zaman da etkinlikten söz edemez.
Bundan dolayı, asker gönderme konusunda fazla tereddüt göstermemek gerekiyor.
Ancak dikkat, bu iş burada kalmayabilir
Dikkat edilmesi gereken bir noktanın da altını çizmek istiyorum. Bugün 60 asker ile başlayan, sadece eğitim diye ortaya getirilen isteklerin ilerde daha da genişleyebileceğini unutmamak gerekir. Amerika birkaç ay sonra 1600 asker daha istiyebilir. Hatta bunların çatışmaya girmeleri de kaçınılmazlaşabilir. Bunlara da hazırlıklı olmakta yarar var.
O gün geldiğinde yeniden şapkamızı önümüze koyarak ve yeni bir değerlendirme yapılır. Ancak unutulmaması gereken, stratejik önem kartını gerçek değerinden fazla kullanmaya kalkılındığı zaman, masadan ağır kayıplarla kalkılabilineceğidir.
Nereye kadar gidebileceğinizi ve gücünüzü iyi biliyorsanız, sorun yok. Aksi halde bataklığa batmak işten bile değildir.