Biraz demokrasi seviyorsanız...
Biraz insan seviyorsanız...
Biraz Türkiye’yi seviyorsanız...
Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un şu sözlerinden hangisine itiraz edersiniz?
"Bu anayasa, kişiyi devlete göre biçimlendiriyor ve sınırlandırıyor. Bireyi baskılara karşı çaresiz bırakıyor. Halka güvenmediği için özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı sivil toplumun soluk borularını tıkıyor. Demokrasiyi bir tüketim maddesi olarak görüyor... Ve bu haliyle bir polis tüzüğüne benziyor...
Bu anayasa ile ne demokrasiye kavuşabiliriz, ne de AB’ye girebiliriz... Yeni bir anayasa yapma günü gelmiştir."
Biraz mantıklı, ülkesini ve dünyayı bilen kimse bu sözlere itiraz edemez.
Bu anayasa Türkiye’nin ayıbıdır ve ne yazık ki Türkiye’yi yönetme durumundaki etkin çevreler korktuklarından mıdır nedir bilemiyorum, değiştirmemekte direniyorlar. Kul gibi görmeye alıştıkları topluma özgürlük vermekten çekiniyorlar. Sorgulayan, hakkını arayan bir toplum istemiyorlar.
Ancak, büyük yanılgı içindeler.
Zira toplumdaki bu baskıyı görmezden gelirlerse, bir gün tencere suratlarına patlayacaktır.
Sami Selçuk’un vurguladığı diğer haklı nokta, parti kapatmaları ile ilgiliydi.
"Halkın temsili konusunda 1’inci tehlike parti içindeki lider sultası, 2’nci tehlike ise partilerin sık sık kapanmasıdır. Parti kapatmak bir ölüm cezası gibidir. Türkiye’de 33 yılda 23 parti kapatılmıştır... Türkiye ultra ideolojik nedenlerle kapatılan siyasal partiler mezarlığı olmaktan çıkarılmalıdır..."
Bu sözleri alkışlamayacak biri olabilir mi?
Parti kapatarak işin kolayına gitmek, kimi zaman göz boyayarak, kimi zaman sopa göstererek çözüm arama alışkanlığından artık kurtulmamız gerekmektedir.
Zira bu şekilde çözüme ulaşmanın imkansız olduğu defalarca görüldü.
Yüce Divan’ın Yargıtay’a geçmesi
Sami Selçuk’un, Yüce Divan görevinin Anayasa Mahkemesi’nden alınıp Yargıtay’a verilmesi yolundaki önerisi de son derece mantıklı.
Anayasa Mahkemesi üyeleri cezacı değiller. Uzmanlık alanları bambaşka. Yüce Divan görevinin Yargıtay ceza dairelerinden oluşacak bir ekibe bırakılması her açıdan daha sağlıklı görünüyor.
***
En güzel gelişme, son yıllarda, başta Cumhurbaşkanı Sezer olmak üzere, Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin ve Sami Selçuk’un "hukuk devleti" konusundaki baskılarının giderek artmasıdır.
Daha da artmalıdır.
Hukukun üstünlüğü kabul edilene kadar bu mücadele sürdürülmelidir.
Yargı, bugünkü karmaşadan paralı veya güçlünün korunduğu, fakir ve ezilmişin hakkını arayamadığı bir mekanizma olmaktan kurtarılmalıdır.
Yargının önünde herkes hesap verebilmelidir.
Asker dahil, kimse kendini hukuk dışı veya yargı üstü görememelidir, ülkeyi yöneten de, yönetilen de eşit olmalıdır.
Farklı görüşler saygı görmeli, cezalandırılmamalıdır.
Türkiye, uygar ve çağdaş ülkeler camiasında yerini almalıdır. Bu ülke artık, uluslararası alanda çağdışı ve barbar insanlar topluluğu muamelesi görmekten kurtarılmalıdır.
Ülkeyi sevmek, demokrasi ve insan haklarını savunmak budur.
Gerisi yalancı milliyetçilik gösterisinden başka birşey değildir.
25 yıldır arkadaşlarla Türkiye’nin Ege ve Akdeniz sahillerinde guletle gezmek, bana "İşte tatil bu" dedirtir.
Bu defa altı yıl aradan sonra Kekova’ya döndük ve hüzünle ayrıldık.
Kaş-Demre arasında yer alan Kekova bölgesi herhalde ender görülen bir tarih harikası. Suyun içinde antik Likya lahitleri ve batık evler, dağlarda ortaçağ kaleleri ve yine lahitler, sur kalıntıları... Kale ve Üçağız köyleri, karşısında Kekova (Tersane) adasıyla bir bütün oluşturuyorlar. Kale köyü geçmiş yıllara oranla çok daha temiz. Köy hâlâ denizden taşıma suyuyla yaşıyor. Üçağız köyünden su boruları döşenmiş, ancak ne hikmetse köye 20 metre kala borular bitivermiş! Güneşin batışının seyredildiği kaleden bütün yöre ihtişamıyla gözünüzün önüne seriliyor. İşadamı Rahmi Koç köyün tek okulunu restore etmiş, bir öğretmen toplam beş sınıfta 13 öğrenci okutuyor.
Ancak... Kekova veya Tersane adasının ismini aldığı antik çağlardan kalma duvarları yıkılmış. Altı yıl önce gördüğümüz o koyu gri taş duvarlar kumlara düşmüş. "Yıkıldı" diyor köylüler, "Her gelen yetkili söz verip gidiyor".
Kale köyünün simgesi olan suyun içindeki Likya Lahidi ise ellediğinde un gibi ufalanıyor.
Bir gün o da yok olacak herhalde. İki yıl önce "Acil tamiri gerekir" demiş "yetkililer", bir daha da görülmemişler. Yolumuz Fethiye koyları, Kaş, Kalkan’dan da geçti. Fethiye, yani Göcek koyları tıklım tıklım tekne dolu.
Deniz pis.
Koylardaki derme çatma lokantalar ve onların arasında 21 yıllık tertemiz, muntazam Osman’ın Yeri. Gece koy teknelerle doluyor, herkes taze balığı, ev yapımı mezelerle yıldızların altında yiyor. Demek ki bazı işler iyi yapılınca hem para hem de beğeni kazanabiliyormuş.
Kalkan için doğrusu ne diyeceğimi bilemiyorum. O şipşirin şehir dağlara doğru hızlı bir yapılaşma ile karakterini kaybetmek üzere. "Deprem bölgesi" diye yıllardır boş bırakılmış arazilerde yeni yapılar başlamış. Herhalde aniden! deprem bölgesi niteliğini yitirdiler.
Kaş ise bitmiş. Dağlarda apartmanlar, birbirinden çirkin binalar, bizi oradan kısa sürede kaçırdı.
On yıl düşünsem bir gün Shakespeare’in "Bir Yaz Gecesi Rüyası" piyesini Bodrum’da, hem de çok özel bir yerde göreceğim aklıma gelmezdi.
Geçen hafta sonu Global Menkul Kıymetler’in sahibi Mehmet Kutman, Türkiye Arkeolojik Yerleşmeler Projesi (TAY) ve Tarih, Arkeoloji, Sanat ve Kültür Mirasını Koruma Vakfı (TASK) yararına evinde bir gece tertipledi.
Ayhan Şahenk Vakfı da katıldı.
Bu vakıflar, Anadolu ve Trakya’nın arkeolojik envanterini yapmayı ve elektronik yayınlamayı amaçlıyor. Kültürel mirasımıza ait zenginliklerin hızlı yapılaşma, vurdum duymazlık, devletin yetersizliğinden dolayı kaybolmamasını hedefliyor.
Mehmet Kutman Yalıkavak Bodrum’da bir tepede hayalinin evini yapmış. Bahçesi 200 kişilik bir anfitiyatro gibi planlanmış.
İşte o mekan içinde İngiltere’nin ünlü Royal Shakespeare Kumpanyası, zeytin ağaçları arasında "Bir Yaz Gecesi Rüyası"nı oynadı. Shakespeare İngilizce’sinin billurluğuna mı, büyüleyici ortama mı, Mehmet Kutman’ın misafirperverliğine mi, doğrusu hangisine hayran kalacağımı şaşırdım. Ama şu var ki Bodrum’um şıkıdım ortamından çok farklı bir gece yaşadık. Teşekkürler Mehmet Kutman.
(TAY projesi bilgi için http://tayproject.org)
Hani CMUK vardı?
Hani polis soruşturmaları artık hukuk kuralları çerçevesinde yapılacaktı?
Garih cinayetine karıştığı zannıyla 7 gün gözaltında tutulan Pınar Konuşkan Kanal D Haber Müdürü Tuncay Özkan’a anlatıyor:
"... Bizi alan polisler bir resim gösterdi. Sende oradaydın, gördün dediler. Ben orada değildim, deyince iki tokat attılar. Zorla ifade imzalattılar..."
Şimdi merak ediyorum, Hasan Özdemir ne yapacak?
Yalan söylüyor, diyerek üstünde durmayacak mı, yoksa soruşturma açacak mı?
İstediğimiz kadar yasa çıkaralım. Uygulayacak olanlar duyarlı davranmadıkları sürece işe yaramaz.
Unutmayın, balık baştan kokar...
Özay Şendir
Garipçeli Lütfi Reis'in başarısı...
4 Temmuz 2025
Cem Kılıç
Çocuk işçiliği ile mücadele
4 Temmuz 2025
Abbas Güçlü
Eğitimin dünü, bugünü, yarını
4 Temmuz 2025
Zafer Şahin
AK Parti’nin tek rakibi 3 harfliler
4 Temmuz 2025
Mehmet Tez
Yılın müzik olayı: Oasis bugün birleşiyor (bir aksilik olmazsa…)
4 Temmuz 2025