Yayıncılık zor iştir. İşini bırakıp küçük bir yayınevi kuran bir arkadaşım var öyle çok sorunla boğuşuyor ki bazen bırakma noktasına geldiğini söylüyor ama kitaplara olan sevgisi onu bir şekilde bunu yapmaktan alıkoyuyor. Bir de asıl işi yayıncılık olmayan ama vizyon sahibi olduğu için bu alanda varlık gösterenler var. Ufuk açan işler ise vizyon sahibi yöneticiler ve işini seven insanlar tarafından yapılır. Saatolog işte bu tarz ufuk açan ve bir benzeri olmadığı için çok nadir bir yayın.
Yılda bir defa yayımlanan Saatolog bir kataloğun ötesine geçip bir dergi ve bir de sözlük de barındırıyor, ilk sayısı 2012’de çıktığı için bu yıl 10. yılını da kutluyor. Düşünüyorum da bundan 10 yıl önce raflarda birçok saat dergisi bulmak mümkündü, şimdi pandeminin yan etkisi olarak saat dergileri açısından raflar boş diyebiliriz. Benim gibi saatleri sadece sevmekle kalmayıp saat ve zaman üzerine yazılar da okumak isteyenler için Saatolog böyle bir zamanda içimize su serpen cinsten bir yayın.
Saatseverle
Sanılanın aksine kâğıt bıçağı ile zarf açacağı aynı şey değil. İnsan hayatı için tehlikeli olan da kâğıt bıçağı değil zarf açacağı!
"A Collected Man” isimli bir müzayede şirketi var. Kurucusu henüz 20’li yaşlarında bir avukat adayı iken stajını yaptıktan hemen sonra girişimci olmaya karar veren Silas Walton isimli bir İngiliz. Walton artık 34 yaşında ve tek bir saatle (Cartier) yola çıkmış ama şimdi senede yaklaşık 20 milyon dolar civarında satış yapıyor. Uzmanlık alanı ikinci el mekanik saatler. Daha çok kol saatleri alıp satıyor ama çeşitli nadir bulunur nesneler ilgi alanında. Ben de müzayede haberlerine çok meraklı olduğumdan ne yapıyor diye takip ediyorum. Geçen gün Hermes marka bir masa saati (mimar Paul Dupré-Lafon tasarımı), 1970’lı yıllardan üzerinde at figürü bulunan metal bir kutu ve pirinç bir zarf açacağı ile ilgili bir duyuru yaptılar. Fotoğrafları görür görmez gözüm zarf açacağına ilişti hemen. Çok güzeldi, ben de merak edip konuyu araştırdım.
Gazete arşivine bakınca
Çalışkan, meraklı, sanatsever, bilgili, kültürlü ve karizmatik bir İstanbul beyefendisi olan Sinan Genim ile yazı kültürüne dair konuştuk
Dr. Sinan Genim dendiğinde benim aklıma gazetenin girişinde kendisini ilk gördüğüm gün geliyor, giyimini kuşamını görünce galiba bir moda çekimi yapılıyor diye düşündüğümü hatırlıyorum. Kendisi Baksı Müzesi gibi önemli eserlere imza atmış 1945 doğumlu çok çalışkan bir mimar ve halen çalışmaya devam ediyor ama ben onu daha çok hemen hepsini kesip sakladığım Milliyet’teki yazılarıyla tanıdım. Kendisinin yazarlığı da okurluğu da etkileyici ve her iyi entelektüel gibi müthiş bir kütüphaneye sahip. Birçok özelliğinin yanında hat eseri, fotoğraf, harita ve resim koleksiyonu da var. (Sadece yerli ressamlar değil, duvarlarında çok sevdiğim Fernando Botero gibi sanatçıların eserlerini de gördüğüm için ofisten ayrılmakta epey zorlandım.) Sahip olduğu bu koleksiyonlar hem sergilere hem de kitaplara dönüşüyor. Yakında çıkacak
Kitapların kenarlarına yazı yazmak, metnin altını çizmek veya işaretler bırakmak yüzlerce yıllık köklü bir gelenek ama nedense geçen yüzyıldan beri ayıplanan bir eylem oldu.
ABD’de yayımlanmış “Kalem ve Kitap” adlı bir eser var (The Pen and the Book. 1899), yazarı ise Walter Besant. Zamanında 100’e yakın kitap yazmış üretken biri olmasına rağmen kendisi dünya çapında tanınmış bir yazar değildir, açıkçası sözünü ettiğim kitabı da müthiş bir eser değil. Ancak bu kitabın bir nüshası Chicago’da Newberry Kütüphanesi’nde bir kasada kilitli tutuluyor, kitabı görmek isteyen biri olursa ancak sıkı güvenlik tedbirleri eşliğinde (güvenlik görevlileri ve kameralarla izlenen bir masada) bakılmasına izin veriliyor.
Oysa bu kitabın benzerleri ülkenin pek çok kütüphanesinde diğer kitaplarla birlikte hiçbir ayrıcalık görmeden yan yana raflarda duruyor. Newberry Kütüphanesi yönetimi ise ellerindeki nüsha ile gurur duyuyor çünkü kitabın sahibi sayfaların kenarına kurşunkalemle
Harfler ve simgelerden oluşan binlerce yıllık geçmişe sahip imza, onayımızı gösteren hukuki bir kanıt ama acaba değerini ve nasıl olması gerektiğini iyi biliyor muyuz?
Bilindiği gibi imza, kişiye özel benzersiz harfler ve çizgilerden oluşur. Eski çağlarda genellikle mühür kullanılırmış. Mühür kültürü binlerce yıllık son derece zengin bir kültür ve halen yeryüzünde mühür kullanmaya devam kişiler olsa kurumsal bir kimlik kazandı ve artık yerine yüzyıllardır imza kullanılıyor. Aslında geçmişten günümüze değişen hiçbir şey yok, imzalar kimlik kartımızdır onayımızı gösterir.
İmzalar kişinin karakterine, eğitim düzeyine, kişisel gelişimine, yetiştiği ortama, bağlı olduğu çevreye ve hatta kültür ve sanat eğilimlerine göre de yapısal değişimler gösterebiliyor. Yine her imza zaman içinde değişim gösterse de temel olarak her zaman aynı benzersiz gösterge olarak belgelerde görünmelidir.
Değerli dostum, büyüğüm, Belge İnceleme Uzmanları Derneği Başkanı ve kriminalistik uzmanı Yalçın
Prof. Dr. Nezih R. Aysel (MSGSÜ) titiz bir koleksiyoncudur. Doğrusu kalemler konusunda inanılmaz bilgi sahibi olduğunu biliyordum ama koleksiyonun ötesinde üst düzey bir kalem arşivi ile karşılaştım.
Nezih R. Aysel ile evinde konuştum. Sadece kalemlerden de söz etmedik, masada Sinan Genim’in ‘Konstantiniyye’den İstanbul’a isimli devasa bir kitabı vardı, oradan harita ve fotoğraf üzerine konuşuldu. Sonra en eskisi 1934 baskısı ‘İstanbul Asar-ı Atika Müzesi’ rehberleri vardı, müze rehberleri üzerine de sohbet ettik ama elbette bolca kalem konuştuk: Hiç bu kadar çok vintage Lamy (özellikle Lamy 99) bir arada görmemiştim. Sonra Scrikss-Waterman beraberliğinin meyvelerini tartıştık.
Prof. Dr. Nezih R. Aysel
Nezih Bey, yazıya ve kaleme merakınız nasıl başladı?
Benim kuşağım güzel yazı derslerinde divit, mürekkep ve el yazısı ile tanıştı. Bütün araştırma ödevlerini dolmakalemle yazdı. Bende de o dönemlerde başladı. Ortaokul yıllarımda babamın ablama ve bana aldığı birer set dolmakalem, Scrikks’in Waterman ile flört ettiği 70’li
Röportaj için Gürhan Harman’ı aradığımda, “Biz aslında seneler önce karşılaştık,” dedi. İlk önce aklımda bir şey canlanmadı. Sonra anahtar kelimeleri “kutusuyla birlikte vintage Pelikan 120” demesiyle birden yıllar öncesine gittim. Bilindiği gibi kalem tamiri dendiğinde akla ilk gelen kişi Murat Usta olur, biz de Sirkeci’de tıpkı hemen yan tarafta bulunan asırlık Büyük Postane’ye benzeyen ve bir tür canlı sosyal medya platformu gibi insanları kendisine çeken, bir araya getiren bir cazibe merkezinde yani ustanın dükkanında karşılaşmıştık.
Günümüzden yaklaşık 6-7 yıl önce bir tatil günümde Mürekkepbalığı dergisi için ustanın dükkanında fotoğraf çekiyordum. Bir zamanların öğrenci-öğretmen kalemi olarak ünlenen Pelikan 120’den söz edildiğini duydum, Murat Usta tezgâhın arkasından uzanarak birisine Don Quijote’nin yazarı Cervantes’e adanan dolmakalemin ucunda yel değirmeni gravürü var. kutusuyla birlikte o güzel kalemi uzattı. Kimseye karışmamıştım o saate kadar ama o kutunun
Marc Newson ve De Bethune işbirliği ile yeni bir kum saatinin tanıtılması, bu yılın en heyecan verici haberlerinden biriydi. Çünkü kum saatlerinde her biri 0.6 mm çapında mavileştirilmiş çelikten yapılan 127 milyon nano-küre bulunuyor.
Çağdaş sanatın en önemli kurumlarından Gagosian Gallery tarafından temsil edilen tek tasarımcı Marc Newson ile yaşayan en büyük saat ustalarından Denis Flageollet bir araya gelince ortaya çıkan şey sıradan bir kum saati değil, müzelerde sergilenecek bir sanat eseri oluyor. Marc Newson’ı bilenlere uzun uzun anlatmaya gerek yok ama hafıza tazelemek için bir iki bilgi vermek gerek: Müşterileri arasında; Louis Vuitton, Leica, Hermès, Montblanc, Nike, Hennessy, Dom Pérignon, Jaeger-LeCoultre ve Apple (saat) var.
Nautilus’u tasarladı
Newson, Hermès’in ilk yazı aracı olan Nautilus isimli kalemi de tasarladı. Sade, basit ve neredeyse ham bir görünüme sahip, klipsi ve halkası olmayan Nautilus yenilikçi bir geri çekilebilir mekanizma sayesinde kapağa da ihtiyaç duymayan bir kalem. Bu arada Nautilus insanlık