Mehmet Tezkan

Mehmet Tezkan

mtezkan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bizi oraya çekenin ne olduğunu anladım.. Eski tahta masaya itinayla yerleştirilmiş basit ama şaşalı kahvaltıydı..
Sekiz kişi masanın etrafına dizilince tantanalı kahvaltı başladı..
O şaşalı ve tantanalı kahvaltı için taa bir hafta önceden yerimizi ayırtmıştık.. Gümüşlük’teki arkadaşlar yer bulmak zor demişlerdi; zormuş hakikaten..
Rezervasyon defterine baktım..
Önümüzdeki hafta sonu da bir sonraki hafta da yer yok..
* * *
Yalıkavak’ı geçtik, Torba yoluna vurduk, Yukarı Gökçebel köyüne saptık, dar sokaklardan geçtik, köy evinin önünde durduk..
Küçük bir bahçe..
Bahçenin yarısına hasırdan yapılan çardağın, öteki yarısına ağaçların gölgesi düşmüş..
Saydım sekiz masa var..
Etrafı çalılar, çırpılar.. Bir yeri gördüğü yok..
Muşamba örtü kaplı masada incir, dut reçeli, kızılcık, bergamut ve ayva marmelatı, tereyağ, bal, kabuğu soyulmuş domates, çarliston biber, roka, beyaz peynir, tulum peyniri, siyah zeytin bizleri bekliyordu..
Basit ama şaşalı demem bu yüzden..
Şaşası şurdan..
Domates, domates kokuyordu, biber çıtır çıtırdı..
Tereyağın tadı bir başkaydı..
Masaya oturur oturmaz öğrendik ki orada kahvaltı etmenin bir ritüeli var.. Mekân sahibi o ritüelin orkestra şefi..
Bahçenin tam ortasındaki küçük bir taş fırında hem pidesini yapıyor hem de masaların kahvaltı etme hızını ayarlıyor..
Öyle ekmek deyince pat diye gelmiyor.. Havva Ana gözünün önünde hamuru açıyor, pişiriyor, pideyi küçük küçük bölüyor, ihtiyaca göre dağıtıyor..
Yavaş yavaş yiyeceksin, sıranı bekleyeceksin!.
Ana kural bu..
* * *
Kahvaltı dedikleri bu kadar mı dedim, ta İstanbullardan bunun için mi geldik..
Hazır cevapta..
Patlama be dedi; her şeyin sırası var..
Sırada su böreği varmış.. Birer parça dağıttı..
Bu arada, Havva Ana sıkı solcu..
Küçücük bahçesini Yılmaz Güney’in Nazım Hikmet’in, Che’nin resimleriyle süslemiş.. Şiirlerini asmış..
Su böreğinden sonra, sahanda yumurta getirdi.. Peynirli, sucuklu değil, sade.. Yumurta sade yenirmiş..
Tamam mı dedi..
Tamam diyecektik ki lafı ağzımıza tıktı..
Tamam değil, kabak böreği yemeden olmaz!..
Finale kabak böreğini saklamış..
Nefisti desem derdimi tam anlatamam muhteşemdi diyeyim..
* * *
Kahvemizi içerken baktım üç saat olmuş..
Üç saat kahvaltı masasında oturmayalı, ağır ağır, sindire sindire yemeyeli yıllar olmuştur..
Keyifli geldi..
* * *
Dönüş yolunda düşündüm.. Havva Ana’nın dağ başındaki köy bahçesinde o kahvaltısını nasıl meşhur kıldı ki insanlar kuyrukta..
Hiçbir yerde ilanı yok, yolda tabelası bile yok.. Ama arka masamıza İtalyanlar kurulmuş!..
Nereden duymuşlar, nasıl bulmuşlar!
Şaş da kal..
Akıl sır erir gibi değil..
* * *
Memleketin hali üzerine yan masalarla sohbet yaparken öğrendim.. Havva Ana’nın kahvaltısı, kulaktan kulağa yayılarak ünlenmiş.. Havva Ana ortamı bozmamış, genişletmemiş, sekiz masa bana yeter demiş..
Biri oturdu, öteki kalktı da yok.. Kapıda bekleyen müşteri de yok..
Cazip kılan da bu galiba.. O köy masası bir kaç saatliğine de olsa senin.. O bahçe de..
* * *
Aslında daha da önemlisi şu..
İnsanlar kır sofralarında dostlarıyla buluşmayı, sohbet etmeyi özlemiş....
* * *
Havva Ana’nın eleştirilecek tarafı yok mu?
Var..
Çayın otellerdeki gibi çaycı denilen çay kazanlarında olması ortama hiç uymamış.. Her masaya semaver verse harika olurdu..
Güle güle kahvesini kahve makinesinde yapması da tatsız oldu.. Beklenti mangal ateşinde ağır ağır olmasıydı..
Ritüele uygun..