Galiba 7 Şubat ‘milat’ olacak demiştim.. Oluyor da.. İlk işaret medyadan geldi.. İktidara yakın duran kalemlerle iktidara uzak duran kalemler arasındaki mesafe daraldı..
Aslında kalmadı gibi bir şey..
Memleketin hali konusunda aynı tespiti yapmaya başladılar..
Demokrasinin kara delikleri bir süredir söyleniyordu ama iktidara yakın cephe duymazdan geliyordu..
Yok farz ediyordu..
Gerçi son zamanlarda eleştirenleri yaftalamaktan vazgeçilmişti.. Otoriterleşme eğiliminden söz edenin üzerine topluca saldırılmıyordu..
CMK’nın 250 ve 251’inci maddelerine dikkat çekenler ‘senin niyetin başka’ diye susturulmuyordu..
Basın ve ifade özgürlüğü meselesini açanlara ‘uydurma, Amerika’dan bile ileriyiz’ nutku atılmıyordu..
Ama destek de yoktu.. Sessizlik hüküm sürüyordu..
MİT krizi o sessizliği bozdu..
*
Muhafazakâr medyada yazan liberal kalemler de aynı şeyleri ifade etmeye başladılar.. Hatta muhafazakâr yazarlar da..
Mesela, korku toplumu yaratılmakta olduğundan söz etmeye başladılar..
Basın ve ifade özgürlüğünün ayaklar altına alındığından.. Polis fezlekelerinin iddianameye dönüştüğünden.. Delillerin tatmin edici olmadığından.. Katalog suç tanımının değişmesi gerektiğinden.. Özel yetkili yargı sisteminin kaldırılmasından..
*
İktidara çok yakın duran yayın organlarında da bu tür yazılar, uyarılar, eleştiriler çıkınca adı konmamış, dillendirilmemiş bir ittifak oluştu..
Buluşma da diyebiliriz.. Örnek mi..
Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu’nun yazısından bir alıntı yapalım..
*
“KCK operasyonlarında siyasi alanı tümüyle baskı altına alan uygulamalar, siyaset ve şiddet arasındaki çizgilerin silik haline getirilmesi, tutukluluk konusunda izlenen kararlı ve tavizsiz tutum, ‘polis yargı mekanizması’nın güç pekiştirme aracı haline geldi.
Bu mekanizma ya da ‘otonom yapı’ bu adli süreçlere ve kendi yönetimlerine yönelik eleştirileri tehlike olarak algıladı, Ergenekon’la bağlantılandırarak takibata maruz bıraktı ve ‘yetki gaspı’na gitti. Bu işleyişin basın ve ifade özgürlüğünün yerlerde sürünmeye başlamasında büyük etkisi oldu.
Balyoz, kafes gibi kimi davalarda yine aynı ‘otonom yapı’ sorumluluğunda olan şüpheli deliller demokratikleşme sürecine gölge düşürmeye başladı.”
*
Peki çözüm ne?
Ortak kanı şu; demokratikleşmenin gazına basmak..
Yeni Anayasa’dan önce yasalardaki demokrasiyi zedeleyen maddeleri tek tek temizlemek..
Gerçek demokrasi reformu yapmak..
Seçen de kul edilmesin
Başbakan; ‘seçilmişleri atanmışlara kul etmem’ mesajı verdi..
Zamanında ve yerinde bir tavır aldı..
Doğru olanı yaptı..
Madem bu bahis açıldı, madem atanmışların pozisyonu konuşulmaya başlandı..
Derim ki fırsat bu fırsat seçenleri de konuşalım..
‘Seçilmişleri’ seçenler arada kaynamasın.. Unutulmasın.. Gümbürtüye gitmesin..
*
Seçenlerle atanmışlar karşı karşıya geldiğinde ‘atanmış’ ‘atanmışı’ koruyor..
Bir bürokrat kolay kolay mahkemeye verilemiyor.. Bir bürokrat kolay kolay sorgulanamıyor..
Amirinin izin vermesi gerekiyor..
Bürokratların üzerinde güçlü bir zırh var.. Mesela hızlandırılmış tren faciasından sonra o kurumun başındaki kişiye soruşturma açılamadı..
İlgisi var mı yok mu bu bile belirlenemedi.. Çünkü ‘soruşturma izni’ çıkmadı..
Koruma altına alındı..
*
Böyle çok vaka var..
Kaymakam aşılmadığı için soruşturulmayan..
Vali engeline takılan.. Amir onayı çıkmayan çok vaka..
*
Bu hal, Devlet Denetleme Kurumu’nun Hrant Dink raporunda da açıkça belirtiliyor..
Yabana atmayın..
Türkiye’nin önemli sorunlarından biri de el sürülemeyen atanmışlardır..
Seçilenleri seçeni mağdur eden..
*
Başbakan; ‘sadece seçileni değil, seçeni de atanmışlara kul etmem’ dese hukuk sistemimiz bir ayıptan daha kurtulur..