Benim yaşımdakiler kolayca hatırlayacaklardır. Televizyonun ilk yıllarında çeşitli arızalar yüzünden kesilen televizyon yayınları nedeniyle ekranda sık sık şöyle bir yazı görünürdü: Lütfen bekleyiniz...
Önceleri siyah bir ekranda beyaz yazıyla yazılırdı. Sonraları "izleyiciye saygı"dan olsa gerek bu yazı değişik resimlerin üzerine bindirilmeye başlandı... "Sedefli necef maşrapa" Türklerin hayatına o yıllarda girmişti...
"Lütfen bekleyiniz" yazısı ekranda belirince anlardınız ki hata televizyon alıcınızda ya da anteninizde değildir.
İktidarın ayrıcalığı
Ve öylece beklemeye başlardınız... Bir dakika, on dakika, kimi zaman yarım saat... O yıllarda bu sessiz bekleyişlerin "iktidar-toplum" ilişkisinin ülkemizdeki bir sonucu olduğunu düşünürdüm: Devlet "bekle" diyorsa bekleyeceksin!
Bekletmek "her iktidarın sürekli ayrıcalığıdır"... Hastanede doktoru, devlet dairesinde memuru bekleriz. Havaalanında uçağı... Küçük iktidarların bile kendi küçük alanlarında insanları bekletme hakkı olduğunu varsayarız hep.
Komik bir manzaraydı bu elbette... Hiçbir yaşam belirtisi göstermeyen bir ekrana, yerlerinden kımıldamadan öylece bakıp bekleyen insanlar...
Pakize Barışta’nın geçen gün ‘gazetem.net’te yayımlanan bir yazısını okurken hatırladım "lütfen bekleyiniz" yazısını. Bir tür "serbest çağrışım" olmalı... Çünkü, hiç âşık olamayanların, âşık olabilenlere göre birçok şeyi eksik yaşadıklarını anlatan bir yazıydı bu...
Eksik yaşamlar...
Barışta, âşık olamayanların "eksik yaşama" listelerinin bir hayli kabarık olduğunu vurguladıktan sonra hiç âşık olamamış bir insanın en büyük kaybının "beklemenin anlamını" hiçbir zaman bilemeyecek olması olduğunu söylüyor.
"En sözüne sadık, en dakik âşığı bile beklerken nasıl endişe duyulabileceğini, bekleyişin arkasındaki sonsuz haz ihtimalinin, korkuların, umut ve umutsuzlukların saklı olmasının ne demek olduğunu hiç anlayamaz, âşık olamayanlar... Ama âşık olan bekler... Ve beklerken o da beklemeyen insanları anlamaz hiç, tıpkı beklemeyenlerin onun gerginliğini anlamadıkları gibi..."
Hep bir kaygı vardır
Rolond Barthes da "Bir Aşk Söyleminden Parçalaröda bu tür bir bekleyişi "küçük gecikmelerin akışına göre, sevilen varlığı beklemenin yarattığı kaygı kargaşası" olarak tanımlıyor.
"Âşık mıyım? Evet, beklediğime göre..."
"Aşığın kaçınılmaz kimliği budur: Ben bekleyenim!"
Aşık olanlar bir kaygıyı hep içlerinde taşırlar... Bırakılmak korkusu, sevilen insanın değişmesi endişesi, ilişkide incitilme olasılığı...
Bu kaygının insanın ruhunun derinliklerinden ortalığa saçılıvermesi için küçük şeyler bile yeterlidir. Çalmayan bir telefon, yanıt alınamayan bir mektup, gecikilen bir randevu, iptal edilen bir yemek...
Soruları korku yanıtlar
Bunların her biri sanki terk edilmenin bir işareti olarak algılanır. Aniden bastıran yağmurun telefon hatlarını felç etmesi, iş yerinde son anda meydana gelen bir gelişme... Âşık bu ihtimalleri hesaba katmaz. Beklemek zorunda kalmasının nedenini içindeki korku yanıtlar her zaman: O galiba hiç gelmeyecek!
Ve o korku ile sadece kendisini yiyip bitirmez, varlığının nedeni gibi gördüğü aşkını da ucundan ucundan kemirip tüketmeye başladığını fark etmez.
Bu korkuyla sarsılmış bir âşık karşısındaki insanın, kendi aşkına sahip çıkabilmesini sağlayacak tek şey, onun bu korkuyu yenmiş olmasıdır. O da artık ne kadar yenebiliyorsa!