Elbette ki Türkiye'de bir "irticai halk hareketi"nin başarı şansı yoktur..
..ve elbette ki, bundan dolayı Türkiye'de bir "irticai halk hareketi" bahiskonusu değildir; "Menemen olayı" çapında bile..
..ve elbette ki, 28 Şubatta "memleketin sağlam kuvvetleri" - asker ve sivil - böyle bir endişe duyduklarından dolayı harekete geçmemişlerdir..
..ve elbette ki, "31 Mart vakası" korkudan evlerine kapanan İstanbul halkının "din devleti" isteğiyle sokağa dökülmesi diye hiç kimse tarafından yorumlanmamıştır; orta okul sıralarından geçen herkes bunun gerici çevreler tarafından tahrik edilerek ayaklandırılmış bir kısım eratın marifeti olduğunu bilmektedir; çünkü "resmi tarih", oralarda okutulan ders kitaplarıysa, bu, o kitaplarda böyle yazmaktadır. Kışkırtıcılar en ziyade "mektepli - alaylı zabit" çekişmesini kullanmışlardır, bu yetmeyince de cahil askeri "Şeriat isteriz!" diye bağırtmışlardır. Padişah ise "- Abdülhamit -, en azından korku/gaflet veya dalalet dolayısıyla sessiz kalmış, beklemiştir..
..ve elbette ki bu, klasik bir İngiliz mizanseni olan Şeyh Sait isyanından drama dönen operet ayaklanması Menemen hareketine kadar aydınlanma karşıtı her çıkışta birleştirici macun olarak kullanılmıştır.
Peki bu, böylesine ortadayken ve durup dururken bir tartışma başlatmak neyin nesi oluyor? Bunu, edebi değeri itibariyle "mıgır" bir romanın promosyonunu yürütenlerin meharetine veriniz ve onlara şapka çıkarınız. Ama ayıbı, küçük çıkar/gaflet veya dalaletten buna alet olan, elindeki sütununu, medya araçını ona açan ve bunu "entelliğin gereği" sanan "her işe maydanoz" takıma aittir.
Olaydaki "Elbette.."ler o kadar çok ve açıktır ki Türkiye'de bir "irticai halk hareketi"ni düşünmek, hele hesaplamak, hele hazırlığına kalkışmak için "akılda zoru bulunmak" gerekir. Ne kanlı, ne kansız bu, olacak şey değildir. Halktan yeterli sayı bulamazsınız; aydınlanma, kütlelerde belki düşünmediğiniz kadar yol almıştır; daha elinizi kaldırırken memleketin sağlam kuvvetleri size feleğinizi şaşırtırlar.
Bu, Cumhuriyetin niteliğini değiştirmek isteyenlerin var olmadığının ispatı değildir. Onlar, saflarına kaleyi içerden fethetmeyi salık vermektedirler ve neferleri diye - bence, genelde yanlış olarak - İmam/Hatiplileri düşünmektedirler. İlk hedefleri devletin sivil mekanizmasının kumanda mevkileridir; göz diktikleri nihai hedef subay kadrolarını kendilerine açtırmaktır. Bunun, karşılarındaki "Elbette.."leri zayıflatacağını, azaltacağını hesap etmektedirler.
En akıllıları olan Fethullah Hoca belki büyük akılsızlığını bunu açığa vurmakla yapmıştır. Sivil mekanizma üzerinde etkili politikacıların "gözü kara"ları bile bir belirli sınırın aşılmakta olduğunun alarmı çaldığında - Çalanlar da bunu iyi çalmaktadırlar! - postu kaybetmekten kurtulamamaktadırlar. Erbakan acaba bunun dersini almış mıdır?
Ne var ki müslüman ülkelerde başka bir kural, eşyanın tabiatına uygun şekilde, - Malezya'dan Endonezya'ya - köktendinci olmayan iktidarların başarısızlıkları, hele nepotizm ve yolsuzluklarının arşa çıkması varlıksız geniş kütleleri köktendinci partilere itmektedir.
Allahtan bütün bunları umursayanlar, Cumhuriyet toplumunda hep varolmuşlardır; görülüyor ki varoluşlarını sürdürüyorlar.