22.02.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:
Şahin Alpay
ÇİN Halk Cumhuriyeti 'nin, 7 yıldır resmen hiç bir sıfatı olmadığı; son 3 yıldır ortalıkta dahi görünmediği halde en güçlü adamı, en üst lideri olan Deng Siyaoping 92 yaşında öldü. Öldüğünde taşıdığı tek resmi sıfat, Çin Briç Federasyonu başkanlığı idi.
Çarşamba akşamı CNN 'den Deng 'in ölüm haberini ve bununla ilgili program ve yorumları izlerken, ister istemez, 1960'ların son yıllarını, Çin'de "Kültür Devrimi" ni hatırladım.
Dünyamız o günlerde, bugünkü kadar "globalleşmiş" değildi. CNN yoktu. Bırakın CNN'i; evimizde televizyon dahi yoktu. Bir gün Çin'de olup bitenleri günü gününe, anında izleme imkanı doğacağını aklımızdan bile geçirmiyorduk.
Ancak, Çin Komünist Partisi 'nin yabancı dillerdeki yayın organı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dış Münasebetler Enstitüsü kütüphanesine geliyordu. Hala yayınlanıyor mu, bilmiyorum... Ama 1966 - 67 ders yılında Peking Review, okumaya en meraklı olduğum yabancı yayınların başında geliyordu.
Belki o yıl değil, ama bir yıl sonra Çin, dış dünyada ilgimi en çok çeken ülke konumuna yükselmişti. Sebebi, bu ülkede cereyan eden "Proleter Devrimci Kültür Devrimi" idi.
Sosyalist düşüncenin basamaklarını başdöndürücü bir hızla tırmanıyorduk: Çetin Altan 'ın "İsrail ve İsveç sosyalizmi" ni, Mehmet Ali Aybar 'ın "Türkiye sosyalizmi" ni, derken Lenin 'in sosyalizmini hazmettikten sonra sıra, Sovyetler Birliği 'nin neden "faşist bir burjuva diktatörlüğü" ne dönüştüğünü, neden "sosyal emperyalist" olduğunu keşfetmeye gelmişti.
Çin'de "Kültür Devrimi" ve hemen sonrasına rastlayan o yıllarda Deng Siyaoping denince bizim bildiğimiz, Çin'de sosyalizmi yıkıp, yerine kapitalizmi geri getirmeye soyunmuş bir "revizyonist" idi. Kendisini ne görmüş ne işitmiştik; ama Peking Review 'da anlatılanlara bakarak yaptıklarına büyük bir nefret duyuyorduk.
Çok geçmeden ilgim, Çin'e ilgim tamamen "akademik" bir düzeye indiğinde, tabii, Deng hakkında daha serinkanlı bir kanı edinme fırsatı buldum.
Çin'deki gibi olağanüstü otoriter ve zalim bir rejim içinde, 1968 ve 1976'da iki kez Komünist Partisi yönetiminden düşüp; 1973 ve 1978'de iki kez geri geldikten sonra iktidarın zirvesine tırmanan ve ülkesinde devrim niteliğinde değişiklikler gerçekleştiren "küçük dev adam" a bir çeşit hayranlık duymamak mümkün değil.
Ancak Deng'in "Kültür Devrimi" nden yakayı kurtarmasında Mao'nun kendisi hakkındaki yargısının rolü olduğu anlaşılıyor. 1954'ten 1976'da ölümüne kadar Mao'nun özel doktorluğunu yapan Dr. Zisuyi Li 'nin anılarına bakılırsa, "Deng'in sorunu" Liu Şaoçi 'den farklıydı.
Mao'ya göre: Çin Devrimi'nin 2 numaralı adamı Liu ile aralarında "uzlaşmaz çelişki" vardı; Liu bir "halk düşmanı" ydı. Oysa Deng ile çelişkisi "halk saflarında" idi. Her ne kadar Deng, "Fare yakaladığı sürece kedinin renginin önemi yoktur" diyen, ideoloji yoksulu bir pragmatist ise de, "Yaptığı işlerin yüzde 70'i doğru, yüzde 30'u yanlıştı."
Herhalde bunun için, "Kültür Devrimi" denilen facia sırasında Liu ölüme terkedilirken, yakını Deng (genellikle sanılanın aksine Zu Enlay 'ın değil Mao'nun delaletiyle) geri dönmüştü. ( The Private Life of Chairman Mao / Başkan Mao'nun Özel Yaşamı, 1994.)
Denebilir ki, 1978'de Çin'in 1 numaralı lideri olmayı başaran Deng, 1980'lerden itibaren ta 1950'lerden beri savunduğu "revizyonist" çizgiyi uygulamaya koydu ve Komünist Parti iktidarı altında kapitalizmi ihya etti.
Deng, 1988'de ayaklanan demokrasi yanlılarını Çin'in bilinen amansızlığı ile bastırdı; siyasi reforma izin vermedi, ama ekonomik reforma kapıları alabildiğine açtı.
Kimbilir, belki Çin'de süren ekonomik reform (yani piyasanın inşası), bir gün siyasi reform (yani demokrasinin inşası) için gereken koşulları oluşturur. Ama Mao 'nun bir sözüyle bitirebiliriz: "Hiç bir gerici güç (bu durumda Çin komünist partisi) vurmadan devrilmez." .