Nagehan Alçı

Nagehan Alçı

nagehan.alci@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Abdullah Öcalan’ın sorgu görüntülerinin tam da bu zor günlerde Türkiye’yi bir arada tutan bir tek barış süreci varken yayınlanması beni hiç şaşırtmadı maalesef. Görüntüleri İşçi Partisi’nin yayınlaması bu görüntülerin kaynağının onlar olduğunu göstermez. Aksine! Zaten öyle olsa bunca zaman neden beklesinler yayınlamak için? Belli ki İşçi Partisi’ne servis edilmiş. Amaç belli: Kürtlerin çözüm sürecine desteğini çekip, yeniden savaşın başlamasını sağlamak.
İşçi Partisi kendi cephesinden tutarlı. Bir yandan da “Ergenekon davasında yargılanan Hasan Atilla Uğur işte böyle kahraman bir komutandır” mesajı vererek bu davanın altını boşaltmak istiyor. Ancak orada büyük bir tuhaflık var. Bakın eski Jandarma istihbarat subayı Zahit Engin Tv Net’te katıldığı bir programda neler dedi önceki gün: “Sorguyu yapan Hasan Atilla Uğur’u iyi tanırım... Emekli olduktan sonra Ergenekon’dan polis tarafından evi ve bürosu basılıp tutuklandı. Belgeleri ve arşivi cemaat polisinin eline geçti... Görevden alınan cemaatçi polislerin arşivleriyle ayrıldıklarını biliyoruz. Çözüm sürecine karşı olanın cemaat olduğunu da. Bu görüntülerle Öcalan’ın PKK ve PKK’lı Kürtler üzerindeki etkisini azaltmak, çözüm sürecini bu yolla baltalamak istiyorlar.”
Yani İşçi Partisi çözüm sürecini baltalamak için yıllardır cellatları olarak gördüğü cemaat ile ittifak ediyor. Bunu ‘Balıkçı’ lakabıyla bilinen İlhami Işık da söylüyor. Işık’a sorduğumda “Bu görüntüler cemaatin elindeydi, barış sürecini sabote etmek için İşçi Partisini kullanıyor” dedi.
Kendi emellerine ulaşmak için kendi halkını ve ülkesini savaşa sürüklemek isteyen bir iradeye karşı ne denebilir ki? Eski derin devlet bunu hep yaptı. Şimdi yapmaya devam etmeleri şaşırtıcı değil. Zaten o nedenle, onlardan temizleniyoruz diye bu kadar heyecanlandık ve Ergenekon davalarını destekledik. Bir nevi aşk körlüğü yaşadık, temizlenme aşkıydı bu. Meğer temizlemek değil, kendi kirlerini yaratmak mıymış amaç?

Haberin Devamı

Cemaat bankasından kredi almak

Sevgili okurlar, sizler bunları biliyorsunuz ama belli ki şu Türk basınında birilerinin ekonomi 101 dersine ihtiyacı var. Yani temel ekonomi bilgisine...
1) Kredi almak ayıp değildir, suç hiç değildir. Aksine! Çalışarak para kazanan insanlar bir şeylere sahip olmak için kredi alır.
2) Kredi hibe değildir. Bankalar koşulları iyi olup kredi almak isteyenlere ‘gel gel’ yaparlar, zira kendileri bu işten para kazanır.
3) Kredi alırken bankanın şartlarına bakılır, sahibine değil. Zira kredi müşterisini tek ilgilendiren ödeme şartlarıdır. Kredi almak sevabıyla günahıyla bankayı almak demek değildir. Mesela zamanında Pamukbank’tan kredi alsam Karamehmet’in bütün günahlarını satın almış mı olacaktım? Ya da bu gün Yapı Kredi’den borç alanlar Koç Holding’in avukatı moluyorlar? Belli ki bazıları hiç ekonomi bilmedikleri gibi, kişilikleri de satın alınmaya çok müsait. Mesela cemaatin bankasından kredi alınca cemaatin otomatik olarak uşağı olmak gerektiğini düşünüyorlar. Artık kendileri nerede hangi angajmanlara girdilerse...
Bu lise seviyesinde bilinmesi gereken ama belli ki bilinmeyen bilgilerden sonra gelelim somuta:

1) Gerçi normalde kimseyi ilgilendirmez ama madem merak eden çok, anlatayım: Ben ve eşim Rasim Ozan geçen sene Bank Asya’dan ortak bir konut kredisi aldık. Birçok bankayla görüştük, hepsi de kredi vermek için sıraya girdi ama en cazip olanını tercih ettik. Her ay belli bir miktar ödüyoruz. Dünyanın en şeffaf işini yapıyoruz. Ya ekran önündeyiz, ya gazete sayfalarında. Kötü kazanmıyoruz çok şükür.

2) TCK’ya göre bizimle ilgili yazılanlar özel hayatın gizliliğini ihlal ve kişisel verileri izinsiz yayma suçuna giriyor. Dahası içerikte iftira niteliğinde dezenformasyonlar var. Fakat sanırım birilerine paralel savcılar ve hâkimler garanti vermiş.

3) Bize tasma mantığı işlemez. Yeri geldiğinde o banka kimin, bu gazete kimin diye bakmaz yanlışın üzerine gitmeyi biliriz.

4) Tamamen şeffaf bir şekilde aldığımız ve kızlarımızın büyümesini izlerken ödediğimiz konut kredisiyle ilgili verilecek bir hesap varsa bundan ibarettir.

5) Hesap demişken... Bizim düzenli bir şekilde ödediğimiz krediyi komik bir biçimde konu yapan, önce Deniz Feneri Savcısı Nadi Türkaslan’a verdiği ifadede söyledikleriyle, köşesinde yazdıkları arasındaki uçurumun hesabını versin. Bir de kendi gazetesi Deniz Feneri’nin üzerine giderken niye bu üç savcıyı bel altı yazılarla linç etmiş onu anlatsın. Acaba soruşturmanın kendine de uzanmasından korkmuş olabilir mi?

6) Ben hükümet ve cemaat HSYK’sı ortaklığıyla Deniz Feneri savcıları enterne edilirken haksızlığa uğramış bu üç insanın yanında durdum. Hem hükümete hem cemaate davanın üstünü kapattıkları için meydan okudum. Bize tamamen şeffaf kazancımızla ödediğimiz kredinin hesabını sormaya kalkan ise bu akçeli mevzuda hükümet ve cemaate biat edip savcılık ifadesinde hırsızlıkla suçladığı kişileri yazılarında can siperane savundu. Neden acaba?
Ve son olarak:

1) Maalesef bu ülkede böyle kişisel şeyler bir köşe yazısını işgal edebiliyor. Dahası koskoca bir gazetenin kapağına bile taşınabiliyor. Ne de olsa insanların mahremlerine kolayca girilebilen, uyduruk kasetlerle karakter suikastları yapılabilen bir ülke burası. O kasetleri yapanların yanında saf tutanların bize kara çalmaya çalışmaları çok normal. Ancak bu kez ortada iftira bile yok, olan sadece cehalet. Ama belli ki o kasetleri yapanlar ile bizim krediyi diline dolayanların dirsek teması var. Neyse zaten yakında bütün bunların detaylarını kamuoyu olarak öğreneceğiz.

2) Bir de: Ben de madde madde yazdım. Ne yapayım, birileri ancak böyle anlayabiliyor Türkçeyi...