Yıl sonunun yaklaştığı şu günlerde 2004 yılının da "Türkiye için kritik bir yıl" olduğunu söyleyenlere ve yazanlara sık rastlanıyor. Onları dinlerken ya da okurken ilk tepki olarak "gene mi şu kritik yıl teranesi" demek geldi içimden. Bu laftan, daha doğrusu bu durumdan bıkmıştım galiba. Türkiye'nin yıllardan beri hep "kritik yıllara" girip çıkmaktan kurtulamayan ve "büyük potansiyeliniz var ama..." diye başlayan cümlelerle gönlü alınan bir ülke konumunda kalmasından bıkmıştım.
Ekonomik ve siyasi istikrarsızlık bu hüzün verici tablonun belirleyici özelliği oldu. Birkaç yıl sebat edip, kronikleşen enflasyonun belini kıramadık. Bu yüzden de uluslararası arenada ve mali piyasaların gözünde hep sorunlu ülke konumunda görüldük. Dışardan yatırım sermayesi çekmede hep yetersiz kaldık, potansiyeli Türkiye'nin çok altında olan ülkelerin çektiği rakamlara bile yaklaşamadık.
2003 yılı, bu kısır döngünün nihayet kırılabileceğini düşündüren bir yıl oldu. 2004 yılı da işte bu nedenle gerçekten "kritik bir yıl" olarak anılmaya hak kazandı. 2003 yılında yaşanmaya başlanan olumlu sayılabilecek gelişmelerin süreklilik kazanması ve geleceğe doğru uzanacak bir eğilimin, bir trendin başlangıcı olarak algılanması halinde 2004 yılının Türkiye için bir dönüm noktası olabileceği umudu doğdu hiç olmazsa. Bu umut gerçekleşirse Türkiye 2004 yılında bir anda kendisini sıçrama tahtasında bulabilir. Başarılı bir sıçrama yapabilmek için gerekli ortam da doğabilir ve Türkiye doğrudan yatırım sermayesi de çekerek sürdürülebilir büyüme rayına oturabilir. Bu ise işsizliğin azalmasını ve refah düzeyinin artmasını sağlayabilir.
Ancak 2004 yılı, 2003 yılında beliren umutların bir kez daha kırıldığı, hükümetin seçmen tabanında çabuk prim yapma tutkusuna kapılıp mali disiplinden uzaklaştığı, iç ya da dış nedenlerle olumlu gidişatın bozulduğu bir yıl da olabilir. İçerde ve dışarda hükümetin hata yapmasını bekleyenler de "işte istikrarsız Türkiye gene kendini gösterdi" deyip hemen eski felaket senaryolarını raftan indirirler ve Türkiye'yi istikrarsızlığın merkezi olarak ilan edip herşeyi çıkmaza sokabilirler.
Şimdi karşımızdaki en büyük tehlike, 2004 yılında olumlu senaryonun gerçekleşeceğini düşünenlerin çoğunlukta olması, piyasalardaki beklentilerin de buna göre biçimlenmesi ve fiyatlara yansıması. İyimser beklentilerin ağırlık kazanmasının olumlu etkileri de var kuşkusuz ancak bu olumlu etkiler bu beklentiler gerçekleşmeye devam ettiği sürece geçerli oluyor çoğu kez. İyimser beklentileri bozacak bir gelişme yaşandığında ise, bu olasılık yeterince hesaba katılmadığı ve fiyatlara yansıtılmadığı için, bir anda iyimserliğin yerini panik havası alabiliyor ve bu da kendini besleyen, olumsuz bir süreci tetikleyebiliyor.
2004 yılına olumlu bakılmasını sağlayan önemli varsayımlar arasında (1) Avrupa Birliği ile bütünleşmeye giden yolda yeni engellerle karşılaşılmaması, (2) Mali disiplinin ve enflasyondaki düşüşün sürmesi, (3) IMF ile iyi ilişkilerin sürdürülmesi, (4) Irak sorunundan olumsuz yeni yansımalar olmaması ve (5) İç siyasette önemli gerilimlerin yaşanmamasını sayabiliriz. Bunların herhangi birinde ciddi bir sorun yaşanırsa iyimser beklentiler hemen bozulur ve olumsuz süreç devreye girerek umutlara gölge düşürebilir. İşte bu nedenle 2004 yılı gerçekten kritik bir yıl.