Ak Parti'nin seçim zaferinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu bir yılın nasıl geçtiğine baktığımda, Ak Parti'nin iktidarının birinci yılında ortaya koyduğu performansın, kişisel beklentilerimin üzerine çıktığını söyleyebilirim. Bunu, (1) AKP'nin "İslamcı parti" mirasının izlerini taşıyan ve hiç iktidar deneyimi bulunmayan, yeni bir parti olduğunu; (2) Jeopolitik dengelerin ve bölgemizdeki gelişmelerin fevkalâde oynak ve karmaşık olduğu bir dönemde görev yaptığını; (3) IMF gözetiminde kritik bir ekonomik istikrar programı uygulanırken fazla soruna yol açmadığını ve (4) Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşme sürecinin gereklerini yerine getirmeye çalışarak ilk yılını geçirdiğini hesaba katarak söylüyorum.
İktidardaki ilk yılına ilişkin bu olumlu değerlendirmeye karşın "Ak Parti size güven veriyor mu?" sorusuna gönül rahatlığıyla "evet" diyemiyorum. Çevremdeki çoğu kişiyle paylaştığım bu tereddüdün birkaç nedeni var. Birincisi Sayın Başbakan'ın ve bakanlarının gerçek niyetleri ve orta vadeli hedefleri konusundaki kuşkularım sürüyor. İkincisi bazı söz ve davranışları, bu siyasi kadronun birikimine ve kapasitesine güven duymamı engelliyor. Üçüncüsü ve en önemlisi, bu siyasi kadronun birinci önceliğinin Ak Parti iktidarını sağlamlaştırmak mı, yoksa ülkeyi iyi yönetmek mi olduğunu henüz anlayabilmiş değilim.
İster inanın, ister inanmayın; dünyanın tek süpergücü Amerika Birleşik Devletleri, şaibeli bir seçimle iktidarı ele geçiren George W. Bush yönetimi sayesinde "dünyanın en riskli ülkesi" haline gelmiş durumda. Bu durum, yaptıkları zamanlama hatalarıyla ün kazanan (daha birkaç hafta önce Rusya'nın notunu yükseltmişlerdi) "rating" (derecelendirme) kuruluşlarının ABD'ye verdiği notlara henüz yansımış değil ama yaşanan gelişmeleri ve ortaya çıkan verileri yanyana koyduğumuzda ABD'nin nasıl dünyanın en riskli ülkesi haline geldiğini görebiliyoruz. ABD'nin dünyaya tek başına hükmetme iddiasında bir süpergüç konumunda olması, bu ülkenin riskli ülke haline gelmesiyle ortaya çıkan riskin de küresel boyutlar taşımasına yol açıyor.
Bush yönetiminin devirdiği çamların dünyada yarattığı olumsuz tepkileri ve ABD'nin bütçe ve dış açıklarındaki hızlı tırmanışı kaygıyla izleyen Paul Krugman ve George Soros gibi etkili konumdaki Amerikalıların yaptıkları uyarılar da ABD'nin bugün neden büyük bir risk unsuru haline geldiğini anlamamıza yardımcı oluyor. Paul Krugman'dan sonra Türkiye'yi ziyaret eden, Başkan Clinton'un Dışişleri Bakanı Madeleine Albright da, diplomatik bir dille de olsa, Bush yönetiminin yarattığı risklere değinmeden edemedi.
Risk şampiyonu ABD
ABD'yi "dünyanın en riskli ülkesi" haline getiren gelişmelerin başlıcaları şunlar:
ABD'de yönetim, her alanda tutarsız ve ülkeyi çıkmaza sürükleyen politikalar izleyen bir ekibin elinde. Bush yönetiminin ülke içindeki desteği de giderek zayıflıyor ve gelecek yıl yapılacak Başkanlık seçimi öncesinde ABD ciddi bir siyasi istikrarsızlık riskiyle karşı karşıya bulunuyor. Irak'ta işlerin beklendiği gibi gitmemesi ve seçimlerin yaklaşması, Bush yönetimi içindeki çekişmeleri artırıyor ve yönetimin kendi içindeki bu çekişmeler de siyasi istikrarsızlığı ve riskleri artırıyor. ABD'nin hızla büyüyen bütçe açıklarının önümüzdeki on yıldaki gelişimi konusunda yapılan projeksiyonlar, açığın giderek devleşeceğini ve finansmanının zorlaşacağını ortaya koyuyor. Ünlü ekonomist Paul Krugman'a göre tahvil piyasaları henüz bu projeksiyonu satın alıp faiz oranlarına yansıtmadı ama ergeç o noktaya gelinecek ve ABD'de uzun vadeli faizlerin ciddi biçimde yükselmesi gerekecek. Yani ekonomik büyümeye de darbe vuracak, ciddi bir faiz patlaması riskiyle karşı karşıya ABD. ABD bütçe açığının yanısıra devasa boyutlarda dış açık (cari işlemler açığı) vermeye devam ediyor ve bunu doğrudan yatırımlar gibi kalıcı sermaye girişleriyle finanse etme olanağını kaybediyor. Paul Krugman'ın da vurguladığı gibi, öncelikle Asya merkez bankalarının (kendi paralarının değerlenmesini önlemek amacıyla) dolar alması sayesinde ve kısa vadeli sermaye girişleriyle finanse edilen dış açığın bir noktadan sonra doların değerinde önemli bir düşüşe neden olması olası. ABD'den kaynaklanan bu durum nedeniyle döviz piyasalarında bütün dünya ekonomilerini etkileyecek bir altüstlük yaşanması riski giderek artıyor. Özellikle Çin'le ticaretinde 100 milyar doları aşan bir açık veren ABD'nin korumacı önlemlere başvurması da ciddi bir olasılık olarak gündemde. ABD'nin bu eğilimi dünya ticaretini olumsuz etkileme riskini gündeme getiriyor. Irak'ta ortaya çıkan başarısızlık tablosu ve Irak'ı ayağa kaldırmak için gerekli kaynağın sürekli olarak büyümesi ABD'nin bundan sonra atacağı adımlar konusunda belirsizlik yaratıyor ve ABD'nin Irak'tan çekilerek ardında kaotik bir ülke bırakması riskini de gündeme getiriyor.ABD'nin üstünlüğü balon mu? Finans aleminin efsane ismi George Soros, yılbaşında piyasaya çıkması beklenen The Bubble of American Supremacy (Amerika'nın Üstünlüğü Balonu) adlı yeni kitabında, 11 Eylül olayını istismar ederek Amerika'yı ve dünyayı "kaosun eşiğine" getiren Bush yönetiminin gelecek yıl seçimi kaybetmemesi halinde Amerika'yı ve dünyayı bekleyen risklerin büyüyeceğini iddia ediyor. Soros, büyüyen açıklarla ekonomiyi felakete sürükleyen Bush yönetiminin ABD'de demokrasinin ve açık toplumun geleceği için de büyük bir tehdit oluşturduğunu vurguluyor.
Krugman ve Soros, Bush yönetiminin ABD ve dünya için yarattığı büyük riskleri vurgulayanlardan yalnızca ikisi. Bu risklerin dünya ekonomisini sarsabilecek etkilerini ve özellikle Ortadoğu'da yaratabileceği jeopolitik depremleri görüp kaygılarını dile getiren etkili konumdaki Amerikalıların ve hatta İsraillilerin sayısı her geçen gün artıyor. Türkiye, ABD'nin özellikle bölgemizde yarattığı risklerden en fazla etkilenebilecek olan ülkelerden biri. Bu nedenle Bush yönetiminin ABD'yi getirdiği noktayı ve bundan sonra olabilecek olanları çok iyi değerlendirmemiz gerekiyor.
Bush yönetimine yakın olan Richard Perle ve Bernard Lewis gibi kimselerin yıldızı sönerken Bush yönetimine muhalif kesimden olanların yıldızı parlıyor galiba. Bu eğilimin etkisi ülkemizde de görülmeye başlandı ve Eczacıbaşı Menkul Kıymetler'in Paul Krugman'ı konuk etmesinden sonra Garanti Bankası ve Capital Dergisi de Madeleine Albright'ı konuk etti. Bu sayede biz de "yeni muhafazakârların" temelsiz küstahlıkları yerine dişe dokunur bir şeyler dinlemek fırsatını bulduk.